Türk Şairleri ve Şiirleri

    • Resmi Gönderi

    Ustadır Karakoç,hele Mona roza şiiri bir başkadır.Öğrencilere tez olmuş,hikayesi ise gerçektir.
    Akrostiş şiir denilince akla ilk gelir Mona Roza

    Zambaklar en ıssız yerlerde açar
    Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.
    Bir mumun ardında bekleyen rüzgar,
    Işıksız ruhumu sallar da durur.

  • Beni Hor Görme Kardeşim
    Sen Altınsın Ben Tunç Muyum
    Aynı Vardan Var Olmuşuz
    Sen Gümüşsün Ben Saç Mıyım

    Ne Var İse Sende Bende
    Aynı Varlık Her Bedende
    Yarın Mezara Girende
    Sen Toksun Da Ben Aç Mıyım

    Kimi Molla Kimi Derviş
    Allah Bize Neler Vermiş
    Kimi Arı Çiçek Dermiş
    Sen Balsın Da Ben Cec Mıyım

    Topraktandır Cümle Beden
    Nefsini Öldür Ölmeden
    Böyle Emretmiş Yaradan
    Sen Kalemsin Ben Uç Muyum

    Tabiata Veysel Aşık
    Topraktan Olduk Kardaşık
    Aynı Yolcuyuz Yoldaşık
    Sen Yolcusun Ben Bacmıyım

    Aşık Veysel

    Anlayana....

    • Resmi Gönderi

    SAAT

    Bakma saatine ikide birde!
    Halin neyse saat onun saati.
    Saat tutamaz ki, ölü kabirde;
    Zamana eşyada gör itaati!

    Bir kıvrım, bir helezon,
    Her noktası baş ve son…

    Dün hatıra yarın hayal bugün ne?
    İki renk arası bir çizgicik pay.
    Ne devlet zamanı bütünleyene!
    Ebed bestecisi bir çark ve bir yay.

    Hesap soran yaralık
    O dimdik, her şey yatık.

    Zaman bir işvebaz, kaçak hayalet;
    Eskiyenin kement atar boynuna.
    Ne pişmanlık tanır, ne af, ne mühlet;
    Ancak fatihin girer koynuna

    Niyeti gizli fettan
    Köle biçimli sultan…


    NECİP FAZIL KISAKÜREK

    • Resmi Gönderi

    SESSİZ GEMİ Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
    Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
    Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
    Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
    Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
    Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
    Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
    Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!
    Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
    Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
    Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
    Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden

    YAHYA KEMAL BEYATLI

    • Resmi Gönderi

    Bayram ola-1
    Güneş yükselmeden kuşluk yerine
    Bir adam camiden döndü evine
    Oturdu sessizce yer minderine
    Kızı “Bayram” dedi, yalın ayaklı
    Adam “Bayram” dedi, tam ağlamaklı..
    Eli öpüldükçe içi burkuldu
    Konuşmak istedi, dili tutuldu
    Güç belâ ağzından bir “off! ” kurtuldu
    Oğlu “Bayram” dedi, sırtı yamalı
    Adam “he ya” dedi, gözü kapalı..
    Düşündü kış yakın, evde odun yok
    Tenekede yağ yok, çuvalda un yok
    Yok yoka karışmış; tuz yok, sabun yok
    Avrat “Bayram” dedi, eğdi başını
    Adam “evet” dedi, sıktı dişini..
    Çalışsa ne iş var, ne cepte para
    Dağ oldu içinde büyüyen yara
    Dikti gözlerini karşı duvara
    Takvim “Bayram” dedi, silindi yazı
    Adam “öyle” dedi, bağrında sızı..
    Döndürse yönünü herhangi dosta
    Yaralı, gariban, dul, yetim, hasta
    Yıllar, aylar, günler erirken yasta
    Yer-gök “Bayram” dedi, ağzını açtı
    Adam “Bayram” dedi, evinden kaçtı..

    Abdürrahim Karakoç

  • Senin İçin Yasak Dediler
    -YasakLar Çiğnenmek İçindir Dedim..

    Senin İçin İmkansız Dediler
    Önemli Olan ..
    İmkansızı Başarmak Dedim…

    Senin İçin Olmaz Dediler
    – Dünya da Olmayacak Şey Yok Dedim…

    Senin İçin Zor Dediler.
    – Kolay Olsaydı Değeri Olmazdı Dedim…

    Onda Bulduğun Nedir ki Dediler.
    Herkeste Arayıp Bulamadığım Dedim…

    Senin için O Ne Dediler.
    – Hayattaki Gülen Yüzüm Dedim…

    Ona Öyle NasıL Bağlandın Dediler.
    – Ben Değil O ”Bağladı” Dedim…

    Oda Senin Gibi Sevdimi Dediler.
    – İşte Cevap Veremediğim Tek Şey Buydu…

    Eğer Bunu Bilmiyorsan Vazgeç Dediler.
    – ”Vazgececek oLsaydım Sevmezdim” Dedim…

    Can YüceL

    :hs: Forum

    • Resmi Gönderi
    Gençliğe Hitabe
    Devlet ve milletinin 7 asırlık hayatında dört devre... Birincisi iki buçuk asır... Aşk, vecd, fetih ve hakimiyet... İkincisi üç asır... Kaba softa ve ham yobaz elinde sefalet ve hezimet... Üçüncüsü bir asır... Allahın, Kur'ân'ında 'belhüm adal-hayvandan aşağı' dediği cüce taklitçilere ve batı dünyasına esaret... Ya dördüncüsü? .... Son yarım asır! .. İşgâl ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, madde plânında kurtarıldıktan sonra ruh plânında ebedî helâke mahkûmiyet... İşte tarihinde böyle dört devre bulunduğunu gören... Bunları, yükseltici aşk, süründürücü satıhçılık, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi... Beşinci devrenin kapısı önünde nur infilâkı yeni bir şafak fışkırışını gözleyen bir gençlik...

    Gökleri çökertecek ve son moda kurbağa diliyle bütün 'dikey'leri 'yatay' hale getirecek bir çığlık kopararak 'mukaddes emaneti ne yaptınız? ' diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik...

    Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin dâvacısı bir gençlik...

    Halka değil, Hakka inanan; meclisinin duvarında 'Hakimiyet Hakkındır' düsturuna hasret çeken, gerçek adâleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bilen bir gençlik...

    Emekçiye 'Benim sana acıdığım ve seni koruduğum kadar sen kendine acıyamaz, kendini koruyamazsın! Ama sen de, zulüm gördüğün iddiasıyla, kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başı boş bırakılamazsın! ' diyecek... Kapitaliste ise 'Allah buyruğunu ve Resûl emrini kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın! ' ihtarını edecek... Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin, aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrâkine sahip bir gençlik...

    Bir buçuk asırdır türlü buhranlar içinde yanıp kavrulan ve bunca keşfine rağmen başını yarasalar gibi taştan taşa çalarak kurtuluşunu arayan batı adamının bulamadığı, Türk'ün de yine bir buçuk asırdır işte bu hasta batı adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını, her sistem ve mezheb, ortada ne kadar illet varsa devasının ve ne kadar cennet hayâli varsa hakikatinin İslâmda olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna, İslâm âlemine ve bütün insanlığa model teşkil edecek bir gençlik...

    'Kim var? ' diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert 'ben varım! ' cevabını verici, her ferdi 'benim olmadığım yerde kimse yoktur! ' fikrini besleyici bir dâva ahlâkına kaynak bir gençlik...

    Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nispetle usûle, stratejiye uygun bir gençlik...

    Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifirî karanlıkta, ak sütün içindeki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin; ve gerçek kahramanlık mâdeniyle sahtesini ayırdetmekte kuyumcu ustası bir gençlik...

    Bugün komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, demagog politikacısı, çıkartma kâğıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, takma diş fabrikası, fuhuş albümü gazetesi, mümin zindanı mâbedi, temeli yıkık ailesi, hâsılı kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, destanlık bir meydan savaşı içinde ve bu savaşı mutlaka kazanmakla vazifeli bir gençlik...

    Annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa, gelmiş ve geçmiş bütün eski mümin nesillerden hiçbirini beğenmeyecek, onlara 'siz güneşi ceplerinizde kaybetmiş marka müslümanlarısınız! Gerçek müslüman olsaydınız bu hallerden hiçbiri başımıza gelmezdi! ' diyecek ve gerçek müslümanlığın 'nasıl'ını ve 'ne idüğü'nü her haliyle gösterecek bir gençlik...

    Tek cümleyle, Allahın, kâinatı yüzü suyu hürmetine yarattığı Sevgilisinin fezayı bütün yıldızlariyle manto gibi saran mukaddes eteğine tutunacak, ve O'ndan başka hiçbir tutamak, dayanak, sığınak tanımayacak ve O'nun düşmanlarını ancak kubur farelerine lâyık bir muameleye tâbi tutacak bir gençlik...

    İşte bu gençliği, bu gençliğin ilk filizlerini karşımda görüyorum. Şekillenmesi, billurlaşması için 30 küsur yıldır, devrimbaz kodomanların viski çektiği kamış borularla kalemime ciğerimden kan çekerek yırtındığım, paralandığım ve zindanlarda süründüğüm bu gençlik karşısında, uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allaha hamd etme makamındayım. Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim şudur: Tabutumu öz ellerinle musalla taşına koyarken, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymayı unutma ve bunu tek vasiyetim bil! Allahın selâmı üzerine olsun...

    Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!

    Ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es! ...
    Necip Fazıl Kısakürek
  • Ben güzel gözlü kadınları severim
    Bir de küçük ayaklıları, uzun boyluları
    Hem nasıl severim, öyle severim işte

    Terler avuçları, kesilir solukları
    Ben mahzun kadınları severim
    Yavru ceylanca kadınları, ürkekçe
    Hem nasıl severim, öyle severim işte

    Bilemezsiniz ne güzeldirler, öpüştükçe
    Ben akıllı kadınları severim
    Düşünen, az konuşan, çok bilen
    Her yerde, her zaman nazı çekilen
    Hem nasıl severim, öyle severim işte

    İçimde büyük, sonsuz ateşler yanmalı
    Ölümüm bile o kadının yüzünden olmalı
    Ümit Yaşar Oğuzcan

    • Resmi Gönderi

    İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı önce hafiften bir rüzgar esiyor İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı :) Orhan Veli Kanık ;)

    • Resmi Gönderi

    Bir yerde değinmiştik kısaca Sezai Karakoç ustaya ..Türkiye de dillere dolanan ve üniversiteler de incelemeye alınan,tez konusu olan en popüler şiiri Mona Roza şiiridir.
    Akrostiş şiir olarak en iyi örnektir.Monna Rosa -IV- Ve Monna Rosa şiiri de işin tuzu biberidir adeta

    MONA ROZA

    Mona Roza siyah güller ak güller
    Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak.
    Kanadı kırık kuş merhamet ister.
    Ah senin yüzünden kana batacak.
    Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.

    Ulur aya karşı kirli çakallar,
    Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa.
    Mona Rosa bugün bende bir hal var.
    Yağmur iri iri düşer toprağa,
    Ulur aya karşı kirli çakallar.

    Açma pencereni perdeleri çek,
    Mona Rosa seni görmemeliyim.
    Bir bakışın ölmem için yetecek.
    Anla Mona Rosa ben bir deliyim.
    Açma pencereni perdeleri çek.

    Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi,
    Bende çıkar güneş aydınlığına.
    Bir nişan yüzüğü bir kapı sesi.
    Seni hatırlatır her zaman bana.
    Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi.

    Zambaklar en ıssız yerlerde açar
    Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.
    Bir mumun ardında bekleyen rüzgar,
    Işıksız ruhumu sallar da durur.
    Zambaklar en ıssız yerlerde açar.

    Ellerin, ellerin ve parmakların
    Bir nar çiçeğini eziyor gibi.
    Ellerinden belli olur bir kadın,
    Denizin dibinde geziyor gibi.
    Ellerin, ellerin ve parmakların.

    Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.
    Saat onikidir söndü lambalar
    Uyu da turnalar girsin rüyana,
    Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar.
    Zaman ne de çabuk geçiyor Mona.

    Akşamları gelir incir kuşları,
    Konarlar bahçemin incirlerine.
    Kiminin rengi ak kiminin sarı.
    Ah beni vursalar bir kuş yerine.
    Akşamları gelir incir kuşları.

    Ki ben Mona Rosa bulurum seni
    İncir kuşlarının bakışlarında.
    Hayatla doldurur bu boş yelkeni.
    O masum bakışların su kenarında.
    Ki ben Mona Rosa bulurum seni.

    Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.
    Henüz dinlemedin benden türküler.
    Benim aşkım uymaz öyle her saza.
    En güzel şarkıyı bir kurşun söyler.
    Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.

    Artık inan bana muhacir kızı,
    Dinle ve kabul et itirafımı.
    Bir soğuk, bir mavi, bir garip sızı
    Alev alev sardı her tarafımı.
    Artık inan bana muhacir kızı.

    Yağmurdan sonra büyürmüş başak,
    Meyvalar sabırla olgunlaşırmış.
    Bir gün gözlerimin ta içine bak
    Anlarsın ölüler niçin yaşarmış.
    Yağmurdan sonra büyürmüş başak.

    Altın bilezikler o kokulu ten
    Cevap versin bu kuş tüyüne.
    Bir tüy ki can verir gülümsesen,
    Bir tüy ki kapalı geceye güne.
    Altın bilezikler o kokulu ten.

    Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
    Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak.
    Kanadı kırık kuş merhamet ister,
    Ah senin yüzünden kana batacak.
    Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
    Sezai Karakoç

    Monna Rosa -IV- Ve Monna Rosa

    Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
    Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.
    Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara:
    Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.
    Koyverip telli pullu saçlarımı rüzgara,
    Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
    Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...

    Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü
    Ve boğazımı sıktı parmaklar ince, uzun.
    Günahkar toprağıma saçından bir tel düştü;
    Sana ne olmuş Rosa, bir derde tutulmuşsun.
    Bir ekmek kadar aziz fikirler böyle pişti:
    Noel ağaçları ve manolyalar kahrolsun,
    Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü...

    Şu şapkayı çıkarıp atıyorum ırmağa;
    Her şeyim sizin olsun, hep sizin kesik başlar.
    Rüyasında örümcek başlarsa ağlamağa,
    İçine gül koyduğum tüfek ölmeğe başlar.
    Günahını sırtına yüklenen kaplumbağa
    Gibi ölüm önünde öz benliğim yavaşlar.
    Öyleyse şu şapkayı fırlatayım ırmağa.

    Bu erkekler kokuyu kediler gibi alır
    Ve kediler her gece sürünür yastıklara.
    Denizleri bahtiyar eden günler kısalır;
    Satılmayan çiçekler, zehirli ve kapkara,
    Unutulmuş erkekler ve kadınlara kalır.
    Bir geyiğin gözleri düşer eriyen kara
    Ve erkekler kokuyu kediler gibi alır.

    Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!
    Ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi.
    Sana da, Monna Rosa, taş bebeği bıraktık,
    Ellerinde kılçıklı balıkların bir dişi.
    Senin hatıran gibi büyük, yeni, karanlık;
    Senin hatıran kadar Allah ve şeytan işi...
    Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!

    Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim;
    Ta boğazıma kadar çıkan deli yağmura.
    Tüyüme horozdan çok itimat edeceğim,
    İtimat edeceğim şu belalı yağmura.
    Ruhuma bayrak yapıp ben teslim edeceğim
    Asılmış bir adamın iki eli yağmura.
    Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim.

    Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni
    Ve bir şehir yaratmak, ruhundan Gülce diye.
    Parçalanan gemiyi ve yırtılan yelkeni
    Katıvermek sessizce söylenen bir türküye.
    Ve sonra bir köşede öldürmek ölmeyeni
    Ve son vermek bitmeyen, bu bitmeyen şarkıya,
    Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni.

    Sana tavuskuşunun içime girdiğini
    Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
    İçime girdiğini, tüyünü yolduğunu
    Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
    İçimde tavusların bir bir kaybolduğunu,
    Bana da bir çift ak kanat kaldığını
    Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.

    Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
    Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.
    Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara;
    Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.
    Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara.
    Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
    Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...
    1952, Kış (Yılbaşı Gecesi)
    Sezai Karakoç