- Resmi Gönderi
Güzel bir yazı atalım.
İnsanımızın hayvanlara seslenme veya idare için kullandıkları kelimeler
Yöre olarak değişebilir ama benzerlik mutlaka çoktur.
Yorum bırakmak için üye olmanız gerekir
Zaten hesabınız var mı? Oturum açın.
Şimdi giriş yapTopluluğumuzda yeni bir hesap için kaydolun. Bu kolay!
Yeni bir hesap oluşturGüzel bir yazı atalım.
İnsanımızın hayvanlara seslenme veya idare için kullandıkları kelimeler
Yöre olarak değişebilir ama benzerlik mutlaka çoktur.
Seyrederken üzülüp kızacağınız,belki de küfürler savuracagınız gerçek hayat hikayeleri ve bizim insanımız, bizim dehalarımız,bizim yanlız kalan, üzerine oyunlar kurulan atalarımız...
Düşündükçe ve seyrettikce içiniz içinizi yiyecek..
Bu nasıl bir kokuşmuş düzen?kimler neden buna sebep oldu? diye sorularınız da olacaktır.
O kadar çok yazılacak olan,hangi birini yazalım?yaza yaza bitmez.
Komplo, yıkım,sabotaj,her türlü engel ....
---Savunma sanayinin yalnız dehaları---
TRT belgesel de yayınlanıyor epeyce zamandır..Tekrar bölümleri de yayınlanıyor.
Her vatan evladının seyretmesi gereken, bilmesi, öğrenmesi gereken gerçek acı hikayeler.
Savunma Sanayiinin Yalnız Dehaları, pazartesi günleri saat 20:50'de TRT Belgesel'de ekranlara geliyor.
Tekrarları da yayınlanıyor kaçırmayın..
1890 ile 1970 yılları arasını anlatan belgesel, 100 yıl önceki dekorlarla hazırlandı.
Seyir zevki yüksek ve sinema tadında
İlk uçak fabrikasını kuran Nuri Demirağ'ı bir süre önce hayatını kaybeden Ayberk Pekcan, ilk savaş uçağını üreten Vecihi Hürkuş'u İsmail Hacıoğlu, ilk yerli bomba fabrikasını kuran Şakir Zümre’yi Cansu Fırıncı, ilk yerli silah fabrikasını kuran Nuri Killigil’i Kemal Uçar ve ilk yerli motor fabrikasını kuran Necmettin Erbakan’ı ise Murat Anıl Soykök canlandırıyor.
KAÇIRMAYIN, YAZALIM YAZAYIM DERKEN BU ZAMANA KADAR UZADI.
YANLIZ ÖLÜMLER, PARASIZ KALANLAR, YANLIZ KALANLAR, İŞ BAŞINDA CANINI KAYBEDENLER..
Novosibirsk hocam burada da bulunsun..
2004'te Şubat 22'de başlamıştı yanlış hatırlamıyorsam. Efes Pilsen'in Euroleague maçını izlemeye Abdi İpekçi Spor salonu na gitmiştim. Maç bitince dışarı cikinca kıyameti görmüştüm. Evim salona yakındı da haşır huşur kara gömülerek ve saatte 120 km tipi eşliğinde eve yürümüştüm. Karşı taraftan gelenler mahsur kalmıştı
1980'de Avcılar'a taşındık. Herkes 1987 kışından bahsediyor. Ama 80'lerde abartmıyorum omuza kadar kara gömüldüğüm çok kış olurdu. Her kış okul tatillerine alışmıştık. Avcılar'da bele kadar kar varken, Zeytinburnu'na gelirdik, kar çatılarda kalmış olurdu. O zaman bu iki apartman arası 100-150 metre boşluk vardı. Kızaklarla kayardık. Zaten Avcılar İstanbul sınırı gibiydi, ötede yerleşimler sınırlıydı. Ne olduysa 90'lardan itibaren başladı yavaş yavaş. Ve 2000'lerden sonra da kurumaya başladık.
17017893-728xauto.jpgDoğa Koruma ve Milli Parklar 5. Bölge Müdürlüğü tarafından "Eber Sarısı"nı koparana 244 bin 315 lira ceza belirlendi.
Sadece Afyonkarahisar'da bulunuyor... Koparmanın cezası 244 bin 315 lira!
Sadece Afyonkarahisar'ın Bolvadin, Çay ile Sultandağı ilçeleri arasındaki
Eber Gölü kıyısında yetişen endemik bitki türü "Eber Sarısı"nı koparanlara ve taşıyanlara 244 bin 315 lira para cezası veriliyor.
Eber Gölü alan kılavuzu ve rehberi Kadir Ateş, dünyada eşi benzeri olmayan çiçeğin, tek çiçekten üç meyve verebilen tek tür olduğunu söyledi.
Daha Çok Göster@Lvnt00 gaz verdi @Sinan reis depikledi buraya eski püskü birşeyler yazmak şart oldu ^^
Kar sever olarak en büyük yetenek "kayık kaymak" yani dizler bükülerek yokuş bir bölgeden aşağı inmektir....Ne zevktir ne zevk anlatılamaz :thumbup:
Evimizin arkası taş duvar arkası yokuştur eskiden bomboştu ve en aşağıda dere yatağı ve sonrası kuyu..Bizim taş duvardan aşağı o kesimde en az 4-5 yer yapılırdı kaymak için..İlk karda herkes ayaklarını bitişik tutarak ve kısa adım atarak kar ezerdik..Sırayla değil gönüllü herkes bu hareketi aynı alanda yapardı..Kar ezilir ve ilk seferler icra edilirdi amaaaa biraz zor olurdu..Henüz kayak yolu Hem düz değil,hemde şimşir(sert,parlak,karla buz arası diyelim)hale gelmemiş olurdu..Bir kaç sefer çökerek iterek ellerde bir karıştan uzun sopalarla ittirerek aşağıya kadar inilirdi..
İşte en iyi kayak malzemesi aşağıdaki naylon ayakkabı
Genelde genç kadın ve kızlar,gelinler giyerdi ve yazlıktı..Kışın ise bizim gibilerin oyuncağı olurdu ^^ Oda ayrı bir hikaye aslında..Ayakkabı yeni olmayacak eski olacak,altında diş olmayacak varsa da biz sağa sola sert zemine sürte sürte dişleri yok ederdik.(SONRA MI? YA DAYAK ,YA FIRÇA)
Bu yoksa mutlaka dişsiz alem yemenisi olacak oda eski ve dişsiz olmalı
Lakin tercih hep en iyi olarak naylon bayan ayakkabısıydı.Birde herkeste olmayan potin yani kösele ayakkabı.Onunlada iyi kayılırdı ama bulmak zordu..
Seferler artar ezilen ve azda olsa sulanan kayak yolu uçak pistine dönerdi..Ayaktan koşarak gelip kayak yoluna oturarak çok iyi hıza ulaşılır ve en aşağıya uzağa kim varacak diye iddialar başlardı..
Arka arkaya tutunarak yola düşmek ise eğer denge varsa sizi en aşağı alana götürürdü..Kalabalık olduğunda ağırlık artınca hızda çok olurdu..
Sabahtan öğleye,öğleden Akşama kadar süren eğlence hava kararınca son bulurdu ama sadece bir iki saat..Ne zaman baba camiye gitse eveden kaçılır arkadaşlarla yine o kayak yolunda tantana başlardı..
Bizim oradan köy fırınına giden bir kişilik yol diyelim vardı ve kadınlar her zaman bizi sabote ederlerdi haklı oklarak..Çünkü kayak yolundan geçmek hele hele sırtında ekmeklerle dolu olan tekneyle geçmek çok zordu.
Herşeyin düşmanı var kayak yolunun düşmanı da fırın külüydü..O kül eğer bir kürek değil bir avuçta olsa oradan geçmek imkansızdır..Hızla gelirsiniz küle yapışır uçarsınız :D Külün üzerine kar ve tekrar ezme işi yapardık geceleri..Çok geç saatlere kadar seslerimiz duyulurdu..Baba zaten camiden direk odaya geçerdi..Anneler idare ederlerdi bizleri..Baba odadan dönmeden eve kapağı atardık lakin önce köy fırınına giderdik..Kıçımızı paçamızı ellerimizi ısıtmak kurutmak gerekliydi..Eve mümkün olduğunca kuru dönmek şarttı..Fırının altı insanın yüzüne vuran saman(fışkı)közü olur..İnanın açarsınız sadece simsiyah ve azda olsa sıcaklık veren bir şey görürsünüz..Ne zamöan küreği sokar karıştırırsanız o zaman sıcağın,ışığın kırmızının ne demek olduğunu görürsünüz..Anında yanından daha uzağa kaçarsınız.
Bu bizim işimizdi..Yılmadan bıkmadan ve hergün zevkle yaptığımız ve zamanımızın en iyi aktivitesiydi..
Sağlıcakla yeni hatıralara diyelim ..Yazan olursa iyi de okur sayılırım
27 Nisan 2017 den
Gece hatıramız olsun
İNCİR sıradan bir meyve değildir, aslında bir meyve bile değildir.
Teknik olarak incirler ters çiçeklerdir.
İncir ağaçları; badem ve kiraz ağaçları gibi diğer meyve ağaçları gibi çiçek açmaz.
İncirlerin çok ilginç bir hikayesi vardır.
Öncelikle teknik olarak bir meyve değil, doğanın bir kural ihlalidir.
Üremek için kurban edilmiş bir incir sineğine veya içinde ölen bir böceğe ihtiyaçları vardır.
İncirler; incir olarak bildiğimiz kırmızı renk tonları olan bu büyük koyu kozanın içinde açan ters çiçeklerdir.
İncir çeşitli bitkilerden oluşmaktadır ve bu özelliği çıtır dokuya etki etmektedir.
Aslında bir incir yediğimizde yüzlerce meyve yemekteyiz.
Ancak en inanılmazı incir çiçeklerinin üremek için ihtiyaç duyduğu özel tozlaşma sürecidir.
Diğer meyvelerde olduğu gibi arıların rüzgarla polen getirmelerine bağlı değillerdir. Bu sebeple incir sineği olarak bilinen özel bir sinek türüne ihtiyaçları bulunmaktadır. Bu sinekler, incirin büyümesi için gerekli genetik materyallerini taşır ve incirlerin çoğalmasını sağlamaktadır.
İncir sineği; incir olmadan yaşayamaz çünkü larvalarını meyvenin içine bırakmaktadırlar. Bu ilişki ortak yaşam veya karşılıklılık olarak bilinmektedir.
Burada arı diye yazılmıştı alintidan sildim ve sinek olarak düzelttim
Birde zeytin ağaçlarının da ihtiyaç duyduğu incir ağacıdır..
Zeytin ağaçları olan yerlerde bir kaç incir ağacı dikilir.
İncir sineği diğer sinek türlerini yok ederler ve zeytinleri de korurlar.
Bazen de çok bilenler maalesef incir sinek yapıyor diye keserler,kesiyorlar oda kendi ocağına incir ağacı dikme sözünün hayata geçmesidir
Çin
1000 yıl önce ölümsüzlük iksiri peşinde koşarken barut bulmuşlar.
İlk yıllarında sadece havai fişeklerde kullanılmış.
Bu zamanda ise Çin ordusunun barutun potansiyel bir güç olduğunu fark etmesi kolay olmuş.
13.yuzyila kadar Çin barutu tekelinde tutmuş.
O yıllarda sıkıştırma ile silah ve güçlü topları hayata geçirmeleri de kolay olmuş.
Velhasıl Çin eskiden de bela bir devletmiş vesselam
Navigasyon atalarından pusulayı da Çinliler bulmuş
Mıknatıs taşının her dönüşünde aynı yönde kalması ile keşfedilen pusula Avrupanin da el atmasıyla güvenilir yönler eklenmiş
Şu saatini de Çinliler bulmuş ve muhteşem bir icadı hayata gecirmişler..
Ve o icadın sahibi ilk saat çarkını da bulmuş modern saatin atasını hayata geçirmiş..
Bundan 200 yıl sonrası mekanik saate ulaşmış Dünya.
Osmanlı dönemindeki illerin isimleri nedir?
ADANA/ERDENA, EDENE, EZENE, AZANA
ADIYAMAN/HÜSNÜ MANSUR
AFYONKARAHİSAR/KARAHİSAR, KARAHİSAR-İ SAHİB
AĞRI/ŞORBULAK, KARAKİLİSE, KARAKÖSE
AMASYA/ AMASİA
AKSARAY/ AKSARAY
ANKARA/ANCYRA, ANGORA
ANTALYA/ANTALİYE, ADALYA
ARDAHAN/ARDAHAN
ARTVİN/ LİVANE
AYDIN/AYDIN
BALIKESİR/ KARESİ
BARTIN/ONİKİ DİVAN
BATMAN/İLUH
BİLECİK/BİLECİK
BİNGÖL/ ÇAPAKÇUR
BİTLİS/BİTLİS
BOLU/ BOL ULUĞ
BURDUR/TERKEMİŞ
BURSA/HÜDAVENDİGAR
ÇANAKKALE/ KALE-İ SULTANİYE
ÇANKIRI/KENGIRI
ÇORUM/ÇORUMLU
DENİZLİ/TONGUZLU
DİYARBAKIR/DİYAR-I BEKİR
DÜZCE/KONSAPA, KONURABAD
EDİRNE/EDRİNUS,EDRUNE, EDRİNA, ENDRİYE,EDRENE
ELAZIĞ/ MAMURAT AL-AZİZ, ELAZİZ
ERZİNCAN/ERZİNGAN, EZİRGAN
ERZURUM/ERZENÜ'R-RUM
ESKİŞEHİR/SULTANÖNÜ
GAZİANTEP/AYNTAB
GİRESUN/KERASUN
GÜMÜŞHANE/CANCA
HAKKARİ/ÇÖLEMERİK
HATAY/HATTENA
IĞDIR/ İĞDİR
ISPARTA/ HAMİDABAD
İSTANBUL/KONSTANTİNOPOLİS, KONSTANTİNİYYE, DERSAADET, İSLAMBOL, PAYİTAHT, İSTANBUL
İZMİR/İZMİR
KAHRAMANMARAŞ/MARAŞ
KARABÜK/SAFRANBOLU
KARAMAN/LARENDE
KARS/KARS
KASTAMONU/KASTAMONU
KAYSERİ/KAYSERİYYE
KIRŞEHİR/KIRŞEHİR
KİLİS/EKRAD-I KİLİS
KIRIKKALE/ KIRKKİLİSE
KOCAELİ/KOCAİL
KONYA/ KONYA
KÜTAHYA/GERMİYAN İLİ
MALATYA/MELİTENE, MALATİYYE, VİLAYET-İ MALATYA, MALATYA
MANİSA/SARUHAN, MAĞNİSA
MARDİN/MARDİN
MERSİN/ İÇEL
MUĞLA/MENTEŞE
MUŞ/ MUŞ
NEVŞEHİR/MUŞKARA, NEVŞEHİR
NİĞDE/NİĞDE
ORDU/BUCAK
OSMANİYE/CEBELİBEREKET
RİZE/RİZE
SAKARYA/ADAPAZARI
SAMSUN/AMİSOS
SİİRT/SGERD, SİİRT
SİNOP/CEZİRETÜL-UŞŞAK,SINAP,SİNOP
SİVAS/DANİŞMENT İLİ, EYALET-İ RUM, EYALET-İ SİVAS
ŞANLIURFA/RUHA, ORHAY, URFA
ŞIRNAK/ŞİRNAH
TEKİRDAĞ/TEKFURDAĞI
TOKAT/DOKAT, TOKAT, DARÜN-NUSRET, DARÜN-NASR
TRABZON/TRABZON
TUNCELİ/DERSİM LİVASI,DERSİM
UŞAK/UŞŞAK
VAN/TUŞBA
YALOVA/YALAKABAD
YOZGAT/BOZOK
ZONGULDAK/ZONGULDAK
2022 yılında keşfedilen organizma, daha önce gördüğümüz hiçbir şeye benzemiyor.
Webtekno'nun aktardığı bilgilere göre Posidonia Australis adındaki su altı çayırının tamamı, tek bir organizma gibi davranıyor çünkü içindeki tüm bitkiler aynı genetik yapıyı paylaşıyor. Hepsi, tek bir ortak ebeveynden doğan klonlar da denebilir.
DÜNYANIN EN BÜYÜK ORGANİZMASI, SU ALTI ÇAYIRI!
Yaklaşık 4 bin 500 yaşında olduğu tahmin edilen organizma, “rizom” olarak bilinen yer altı klonal filizleri yoluyla binlerce yıldır çoğalmaya devam ediyor. Daha da ilginci, Poseidon otu ile gizemli ve bilinmeyen bir türün melezi olması.
111529055-dunyanin-en-buyuk-canlisi-00.jpeg
Birbirlerine bağlı olma durumları, bağlantılar aracılığıyla besin alışverişinde bulunmalarına ve tek bir organizma olarak yaşamalarına da imkan tanıyor.
DÜNYANIN EN YAŞLI CANLI ORGANİZMASI DA BİR BİTKİ
Başka bir içeriğimizin konusu olan dünyanın en yaşlı canlı organizmasında da benzer bir durum var. Köklerinden yepyeni organizmalar üreten Pando ağaçlarının hepsi, yer altından birbirine bağlı.
Üstelik en eskileri 130 civarı yaşlarda olan bu ağaçlardan neredeyse 50 bin tane var! Organizmanın yaşının ise 80 bin olduğu tahmin ediliyor fakat bu kesin bir veri değil. Bazı uzmanlar, 1 milyon bile olabileceğini öne sürüyor.
PONTUS DEVLETİ ZONGULDAK‘TA KURULDU
Pontus dendiği zaman bizim tüylerimiz diken diken olur. Bunun sebebi okullarda öğretilen İnkılap Tarih derslerinde , Kurtuluş Savaşı sırasında Doğu Karadeniz'de kurulan Pontus Rum Cemiyetindendir. Bu cemiyetin amacı Doğu Karadeniz'de bir Rum devleti amaçlıyordu. Sinop ile Artvin arasında kendilerini Rum olarak gören 160 bin kişi yaşıyordu. Kurtuluş Savaşı başarılı oldukça bir çoğu Yunanistan’a göçmüş gerisi de mübadelede Yunanistan'a gönderilmişti.
Peki bu cemiyet kendilerini Pontus adını neden verdi ?
“Pontus” aslında Karadeniz'e verilen bölgesel adıydı.. Çoğu Yunan Antik yazarları abartılı yazılarında bazı yer adlarını Yunanlaştırmışlar , bazı efsaneler yaratarak bölgeyi kendilerine mal etmişlerdi. Axena'ya yazılarında Pontus demeye başladılar.
Oysa kitaplarda geçen ilk Pontus devleti Yunan değildi.
İLK PONTUS DEVLETİNİN KURULUŞU.
Perslerin Anadolu'yu işgal etmesi ile bazı bölgelere Pers komutanlar satrap olarak atandılar. İskender'in Anadolu'ya geçişi ve Pers İmparatorluğunun yıkılması ile bu satraplar bir süre bazı bölgeleri ellerinde tutmaya çalıştılar. Bir süre sonra da Makedonlarla iş birliği içine girerek onların emri altına girdiler. İskender’in Babil’de ölmesi ve Batı Karadeniz'de Makedonların etkisinin az olmasından dolayı , Kios ( Gemlik) satrabı Pers Kökenli Mithridates Ktistes Batı Karadeniz'de bir kale olan Cimiatene'ye kaçtı. (Eskipazar'a yakın yer )
Bu kaleye sığınan Mithridates Ktistes'in 20 yıl boyunca burada saklandığı söylenir. Ve bu 20 yılda geçen zamanda, hakkında bir bilgi yoktur.
Bu sırada bölge şöyle şekilleniyordu:
Ereğli'de Heraklia Devleti başında Dionysius vardı. Dionysius öldükten sonra karısı Amatris Kraliçe oldu . ( Bu konuyu daha önce yazmıştım fakat yazının bütünselliği bozulmasın diye kısa geçiyorum )
Daha sonra Amastris , Lysimachus ile evlenince Trakya'ya gitmiş ve yerine oğulları Ereğli'yi yönetmiştir. Fakat Amastris geri gelince Sasemos Merkezli (Amasra) Tion ile Cromna arasında bir devlet kurdu . Amastris , oğulları tarafından öldürülünce Lysimachus'ta bölgeye gelerek Amastris'in oğullarını idam etti. Amasra'yı da karısı Arsinoe'ye bıraktı. Fakat Lysimachus bir savaşta öldürülünce karısı Arsinoe , Amasra'dan Mısır'a kaçtı. Böylelikle bölgede bir boşluk oluştu.
Kaynaklarda Pers kökenli Mithridates Ktistes'in, bu 20 yıl içinde boş durmadığı, bölgeye gelen göçmenlerden bir ordu oluşturduğu ,oğlu Ariobarzanes ile birlikte Cimiatene'de güçlendiği söylenir. nitekim de oğlu Ariobarzanes Amasra'yı ele geçirdiğinde Pontus Devleti kurulmuş oldu.
Amasra , Tion ve Cromna arası kurulan bir kent olduğundan ve Tion sınırı Oxinas`a ( Ilıksu) kadar uzandığından ,Pontus Devletinin Amasra ile beraber Zonguldak topraklarını işgali ile kurulduğu ortaya çıkıyor.
Genel Tarih bu kadar yerele inmediği için Pontus’un Cimiatene’de kurulduğu hatta bu olaylardan çok sonra Ariobarzanes’in daha doğudaki Amasya’yı işgali ile kurulduğu yazılır. Ama gerçekte Pontus Devletinin kurulması Tion ve Cromna arasında Billaiaos ile Parthenius ırmakları vadileridir. Çünkü 20 sene sonra adları duyuldu ve Batı Karadeniz’in önemli bölümünü ele geçirdikten sonra Makedon komutanları arasında süren savaşlarda , Ereğli ve Bithyniler ile ittifak yapmışlardır.
Aslında kurdukları devletin adının Pontus olup olmadığı belli değildir fakat günümüze kadar ulaşan sınırlı sayıdaki kayaklar Yunan yazarların anlatımı olduğu için bu kitaplarda Pontus olarak geçmiştir. Hatta Pers (İran) kökenli oldukları için Pontus değil de Mithridates veya Ariobarzane Devleti olarak bile kendilerini tanımlayabilirler. Çünkü krallarının çoğunun adı Mithridates’tir. Arada oğullarının adı da Ariobarzane’dir. Aşağı yukarı 250 yıl bu şekilde gitmiştir. Zaten son kral V. Mithridates’in oğlu Farnekis ile bu gelenek bozulmuş , Farnekis’in Sezar’a yenilmesi ile M.Ö 39 yılında Roma devletine bağlı bir satraplık haline dönüşmüştür. Sezar’ın “Vene, Vidi, Vici” (Geldim, Gördüm, Yendim)" sözü de Pontus‘u ilhak etmesi ile söylediği sözdür.
MS 62'de Roma İmparatoru Nero son bağımlı Pontus kralı olan III. Polemon'un, Pontus satraplığından feragat etmesini sağlamış ve Pontus tamamen ortadan kalkmıştır.
Tarihte bir Pontus İmparatorluğu daha var.
Bu devlette Zonguldak’la alakalıdır.
Doğu Karadeniz’de kurulduğu için ve Sinop lie Rize arasına Trabzon dendiği için Trabzon İmparatorluğu da denmiştir. Ama bu sefer Rum devleti adını alıyor. M.S 1200 yıllarda Anadolu’ya o zamanlar Rum dendiği için bu adı aldığını düşünüyorum. Keza Anadolu’da aynı dönemlerde kurulan Selçuklu Devletine de Rum Selçuklu Devleti deniliyordu. Yani buradaki Rum kelimesi henüz bir ırka ait bir terim değil, bölge adı idi. Zaten bu devleti de kuranlar Yunanlar değildi.
420539160_3304463416522664_1755221561514571231_n.jpg
Mısır piramitleri
Mısır'ın büyük piramidini inşa etmek için kullanılan taşların boyutu bu.
Toplamda 2 milyon 500 bin blok var, yani 20 yılda, yüzlerce kilometre taşımalı, bir nehri geçmeli, kaldırmalı ve her 9 SANİYE, 24 saat kesintisiz bir şekilde onlarca ton blok koymalı!
Zirveye ulaşmak için, çok dik olmadan 150 metreye ulaşmak için 3 km'lik bir rampa olması gerekir.
Bazı güncel mühendisler, ağır yöntemler ve ekipmanlarla bile bunun mümkün olmadığını açıkladı. Uzak geçmişte büyük ve gelişmiş bir mühendislik çalışması kullanıldı, buna şüphe yok.
İnşaat zaten 5.000 yıllık.
Osmanlı döneminde deri tekeli bir yer vardı; orası da Safranbolu.. Safranbolu'da tabaklanmayan deriyi satanlardan, o dönemin tüccarları alış veriş yapmazlardı.
O dönem çok para kazanan Safranbolu'lu iş adamları Köşkler, konaklar ve 99 odalı evler yaptırmış, bazı evlerin içine çeşme dahi getirilmiştir…Safranbolu’ yu ziyaret ederseniz bu şahane konakları müze gibi gezebilirsiniz,pansiyon olarak günlük ziyaretçisi de olabilirsiniz.
Safranbolu'da taze köpek dışkısı için tabak hanelerde yaygın olarak binlerce köpek beslenirmiş. Ham deri, kıllardan, yağ ve et tabakalarından mekanik olarak temizlendikten sonra kimyasal olarak işlendiği “sama” (incelik kazandırmak) safhasında, taze köpek dışkısı enzimlerine ihtiyaç duyulduğundan, tabakhanelerin olduğu yerleşim yerlerinde çoluk çocuk ellerinde teneke ve maşrapalarla, köpek dışkısı toplarlar, “sama” işlemi ancak dumanı tüten taze dışkı ile yapılabildiğinden koşa koşa tabakhanelere yetiştirirlermiş, çünkü bayatlarsa para etmezmiş. Sonraları İstanbul Kazlı çeşme semtinde kurulan deri fabrikaları da aynı yöntemi yıllarca kullanmış.
Hayvanların derilerinin işlendiği atölyeler köpek dışkısı için yanar tutuşurlarmış. Çünkü bir tek taze köpek bokunda bekletilen deri yumuşacık, kıl köklerinden arınmış, gözenekleri açık, ince, homojen… yani kaliteli olabilirmiş. Bu nedenle köpek çiftlikleri kurulmuş… Binlerce köpek beslenmiş, üretilmiş ve hatta köpeğin dışkısını sıcak ve kurumadan yetiştirmek için sistemli bir iş örgütlenmesi kurulmuş..
Bugün bu tür dericilik tamamen yok olmuş olup, yapay olarak yani kimyasallarla da aynı sonuç elde edilmeye başlanınca köpeklerin de, dışkı toplayıp yetiştirenlerin de pabucu dama atılıvermiş. O zamanlar hızlı koşanlara, bugün ise deli gibi araba sürenlere “Tabakhaneye bok yetiştiriyor” denmesi yeni kuşakların nereden geldiğini bilmediği, merak ettiğini de sanmadığım bir deyiş..
-belki de içinde b.k kelimesi geçtiğinden, günümüze kadar gelebilmiş. Safranbolu'da deriyi işleyip kullanılabilir hale getiren meslek erbabına; “Dabbak mısın; it bokuna muhtaçsın” denirmiş..
Artik kimyasallar ile it bokuna gerek yok ama tabakhaneye bok yetiştirenler çooook..
Alıntıdır