Haberler,Hikayeler,İlginç Bilgiler,

    • Resmi Gönderi

    Haklısın hemde çok ama çok. Eskiden mahalle aralarında geceleri biz oyun oynardık. Aile büyükleri mahallede oturur her gece :çay: içer sohbet ederlerdi. Şimdi teknoloji var evet ama oda tek başına bir etken değil. Şimdi yaşam mücadele fazlaca. İş aş koş babam koş. 20,25 sene okuyan gençler. Yaş 4 neredeyse okul hayatı başlıyor.Çalış çalış çalış. Okul olmadı dershane olmadı kreş olmadı anaokulu olmadı özel ders olmadı burs vay vay vay.

    Bunlar iyi günlerimiz Eren. Daha kötüye gidiyoruz. Kimse kimsenin yüzüne bakmayacak zaten az bakarız. Kimse kapımızı çalmayacak zaten dediğin gibi komşuluk bitti gitti. Allah bizlere yardım etsin işimiz zor. Yaşam zor, geçinmek zor, okul zor, iş zor, evlat büyütmek zor, evlilik zor.. Zor dostum zor vesselam

  • Hocam bizim mağallede yan komşumuz un çocuğu leptobu aldiğindan beri dışarı cikmaz oldu.Almadan önce annelerimiz bizi eve sokamazdi şimdi dışarı çikartamiyor...

    • Resmi Gönderi

    Manhstein yazdı,,

    Sanırsam 25 oCaktı

    Evet o günden önce hava merakım o zAmanlar da da vardı havayı internetle olmasa bile gözlemleyebiliyorudum 20 ocak sonrasında çok kuvvetli şimşekli bir fırtına koptu sonraki gün

    Yağmur kuvvetini devam ettirerek arlıklarla devam etti sonraki gün hafif yağmur vardı cAmlarımız eski olduğundan değişik bir koku almaya başlamıştı havA o akşam ani bir soğuma aldı gelen bulutların yönü değişmiş rüzgar şiddetli bir biçimde poyraz esiyordu akşam çok heyecanlıydım kar yağacak gibi geliyordu içimden hatta hala yağmur yağıyordu dışarıda hafif hafif soğudu ve ardından tek haneli sıcaklıklara düştü yağmur kky ye döndü yerler hala ıslak dı sonra birden gümbür gümbür rüzgar esti hava eksileri gördü rüzgar nerdeyse çatılarımızı koparaCaktı çok korktum kar yağıyordu evet havAdabeyaz taNecikleri gördüm çıldırıcaktım inanamıyorum alt tarafı kuvvetli yağmur yağar geçer diye düşünmüştüm birden tipi başladı rüzgar bir apartmanın çatısını kopardı fakat hala birazı duruyordu o gece uyumadım fakat aralıksız kar yağdığına şahit oldum sabahlamıştım Kar yağışı hafiflemişti ama rüzgar bütün kuvvetiyle esiyordu itfaiye geldi ve çatı yı tamir etti öğleden sonra kar yeniden başladı okuldan eve dönemedim çok korkuyordum çok yoğun tipi vardı aZ kalsın ağlayacaktım arabayla annem beni kurtarmaya geldi bİndim yerde 30 cm kar vardı sonraki gün kar durmuştu ama dün bütün gece kar yağmıştı ben bunları Nasıl unutaBilirim sonraki gün uyandığımda yine de kar yağıyordu ama kuvvetli deĞildi rüzgar esiyordu kuvvetli değiLdi

    Ama arkadaşlarım bu olayın akıl almaz derece de aKıl almaz olDuğunu söylüyordu

    Düşünün 2 gün boyunca şiddEtli fırtına ve yağmur 3 . Gecenin akşamı 1 sAatte kara dönüp tipi Yaptığını düşünün düşünün bu kar yağışınıN 36 saatte 42 cm kar bıraktığını düşünün o son beş gün haYatımın 5 günüydü

    Sizinde anılarınız vaRsa paylaşabilirsiniz

  • -16 bi daha ne zaman görecez yav :üzgün2::kusma:

    İNŞALLAH birden modeller değişime uğrarda -20 bize otururda gelen yağış artar da 1 hafta kar alırız İNŞALLAH :tr:


    AMİN

  • 2007

    Sanırım Bahardı hava bol güneş ışıklı bir gündü tarihi çok net hatırlamıyorum

    Edremite daha yeni gelmiştim taşındım ve evime yerleşmiştim kendimi rahat hissediyordum bir yandan da havayı takip ediyordum

    1 hafta kadar geçtikten sonra kendimce bir düşünce ye kapıldım neden hala yağmur yağmadı diyordum sonra havadan umudunu kestim

    1 hafta daha geçmişti ve yağmur hala yoktu ama ta ki o ana kadar

    Bir sabah uyandım parçalı bulutlu bir hava beni bekliyordu lise sondaydım okula giderken fark ettim ki hava biraz değişmiş ti

    Havada yüksek ittifak bulutları vardı bana bir mesaj veriyordu sanki hava sonraki gün hiç ummadığım bir havayla tanışmış oldum hava çok karanlıktı fakat nasıl olduysa hafif yağmur vardı ama öğleden sonra rüzgar 110 km hıza yükselmişti eve dönerken bazı ağaçlar kopmuş bažı eski yapıtlar yıkılmıştı ama hala yağmur yoktu saat 2 ye yaklaşıyordu ki yağmur başladı ve kısa sürede sağanak ve şiddetli fırtınaya dönüştü tam olarak 2-2,5 saat devam etti ve sonunda her yer seldi her yerden su akıyordu hayatımdaki en şiddetli fırtına oydu sizinde hikayelerinin ya da anılarınız varsa anlatabilirsiniz

    Manhstein düzenlenmiştir:fırtına::tr::fırtına:

    • Resmi Gönderi

    Hayırlı akşamlar herkese..

    Belki yazdım ama bir arama yaptım bulamadım sitede.

    Bir yarıyıl tatilin de yine köyün yolunu tutmuştuk. Kar çoktu ve benim için eğlence buydu zaten. Dede ve nenemin ellerini öpüp kaçtım evimize. Ev boş ama eşyalı, sadece sobayı yak, ayakkabıları değiştir hucum evin arkasına kayık kaymaya.O kış çok neşeliydi, köyde duran arkadaşlar ve dışarıdan benim gibi gelenler vardı. Bazıları pek bu işi beceremezlerdi, bazıları da hiç görmemişlerdi.kolay iş değildir, tepeden hızla aşağı kaymak. Hele ki bizler tepenin başından koşarak gelir, kaygan zeminde ayaklarımızı vurdurarak otururduk,. Dizler kırılır eller açılırdı adeta uçarsın.

    Bazen gübre naylonlarıyla, bazen eski ayakkabılarla kayardık tepe aşağı. Bir arkadaşım vardı köyden Ahmet.. Kafasında tekneyle uzaktan göründü, karlara gömüle gömüle geldi kafasındaki dört kulplu tekneydi. Kalabalık aileler onun içinde hamur eder ve pişen ekmeklerini evlerin de, soğuduktan sonra onun içinde muhafaza ederlerdi. Sorduk evdekiler kızmasın, yeni bu tekne dedik. O ise yok boş kullanmıyoruz dedi.

    Doldukça dolduk içine ve arkadan iteleyende hızla atladı içine. Hızla en uzağa kadar gittik, zevkliydi ağırlık olunca hem hızlı hemde daha uzağa gidiliyordu. Onlarca kez bindik taki derenin içine gidene kadar. Karda kaybolan bir taş tekneydi ortadan ikiye böldü :rahat:daha niz6ah, vah demeden Ayşe yengemiz Ahmetin kulaklarına yapışmıştı. Öyle dayak attıki bizlerde sağa sola kaçtık. Meğer arkadaş içinden ekmekleri boşaltmış öyle getirmiş tekneyi.

    Bu anınızda böyleydi. O kışta çok eğlenceli geçmişti.

    • Resmi Gönderi

    yarın anlatırım antalyanın aşırı yağışlarını

    Bende 86 da orada askerdim. İyi bilirim sıcağını da, yağışını da :okey:

    • Resmi Gönderi

    Asıl uzun ve ayrıntılı makaleyi bulamadım.Alta alıntı ettiğim de yeterli olur sanırım.

    İstanbul’da meydana gelen Tsunami'de, karadan iki km içeride balık toplanmıştı

    17 Ocak 1332: Geceyarısından sonra başlayan sarsıntı evlerin yanısıra şehrin birçok büyük binasını da yerle bir etti ve bir ay kadar sürdü. 12 Şubat akşamı Marmara’da patlayan şiddetli bir fırtınanın ardından deniz kabardı ve surları yıkarak karanın iç kısımlarına doğru ilerledi. 18 Ekim 1343: Şehir, sabahın erken saatlerinde merkezi Marmara Denizi olan bir depremle sallandı ve güneşin batmasından hemen sonra ikinci büyük sarsıntı geldi. Denizin yükselmesiyle beraber ortaya çıkan dev dalgalar Boğaz’ın iç kısımlarına kadar ilerledi ve o zamanki adı Stauros olan bugünün Beylerbeyi sular altında kaldı. Karadan içeriye iki kilometre kadar uzanan dalgalar limanlardaki tekneleri de iç kısımlara sürükledi. Suların çekilmesinden sonra her yerin çamur tabakasıyla ve ölü balıklarla kaplandığı görüldü

    muhtemel bir Marmara depreminden sonra bizde de benzer bir tsunaminin olup olmayacağı sorusunu gündeme getirince, Jeofizik Mühendisleri Odası bir açıklama yaptı. Açıklamada ‘Tarihsel kaynaklara göre Marmara ve Akdeniz’de tsunamiye rastlanmıştır. ...Oluşacak tsunaminin Sumatra’da ve Endonezya’da meydana gelen boyutta olmayacağı, konunun uzmanları tarafından ifade edilmektedir’ deniyordu.Jeologların açıklamasını okuyunca, Marmara’da bir zamanlar yaşanan bu tsunamilerin kısa bir listesini vereyim dedim.Marmara bölgesi yazılı tarihten önceki zamanlarda da sallanmıştı ama tarihçilerin kaydedip hakkında detaylı bilgi verdikleri ilk deprem bundan tam 1976 yıl önce, Miláttan Sonra 29’da oldu ve sarsıntının merkezi Gemlik Körfezi idi. İstanbul’un kayda geçen ilk depremi ise tam 1642 yıl önce, 1 Şubat 363’te yaşandı.Şehir, aradan geçen asırlar boyunca hiç durmadan sallandı. Sarsıntıların bazısı hissedilmeyecek derecede küçüktü ama bazıları büyük oldu ve gerek Bizans, gerekse de Osmanlı zamanında hemen bütün depremler kaydedildi.İşte, bu depremlerden tsunami feláketine de yolaçanlardan bazıları:15 Ağustos 553: İstanbul 40 gün boyunca sallandı ve 554 yılının Temmuz ve Ağustos’unda da bir deprem fırtınası esti, Yedikule’nin etrafındaki surlar yıkıldı, daha sonra kiliselerle surların geri kalan kısmı yerle bir oldu ve Marmara’da patlayan dev dalgalar şehrin iç kısımlarına kadar ilerledi. Aynı günlerde İzmit de sarsıldı ve baştan başa yıkıldı.Ağustos 1265: Gece başlayan sarsıntının merkezi, Marmara Adası’nın çevresiydi. Adadaki dağlardan biri yarıldı, kırılan parça denize düştü, büyük dalgalar meydana geldi ve Marmara’nın sahilleri sular altında kaldı.17 Temmuz 1296: Sarsıntılar, Mayıs’ın üçüncü haftasında meydana gelen Ay tutulmasından sonra başladı, iki ay boyunca devam etti ve en büyük sarsıntı 17 Temmuz akşamı yaşandı. Surlar yıkıldı, birçok ev ve kilise yerle bir oldu ve şehrin bazı semtleri dev dalgaların altında kaldı.17 Ocak 1332: Geceyarısından sonra başlayan sarsıntı evlerin yanısıra şehrin birçok büyük binasını da yerle bir etti ve bir ay kadar sürdü. 12 Şubat akşamı Marmara’da patlayan şiddetli bir fırtınanın ardından deniz kabardı ve surları yıkarak karanın iç kısımlarına doğru ilerledi. 18 Ekim 1343: Şehir, sabahın erken saatlerinde merkezi Marmara Denizi olan bir depremle sallandı ve güneşin batmasından hemen sonra ikinci büyük sarsıntı geldi. Denizin yükselmesiyle beraber ortaya çıkan dev dalgalar Boğaz’ın iç kısımlarına kadar ilerledi ve o zamanki adı Stauros olan bugünün Beylerbeyi sular altında kaldı. Karadan içeriye iki kilometre kadar uzanan dalgalar limanlardaki tekneleri de iç kısımlara sürükledi. Suların çekilmesinden sonra her yerin çamur tabakasıyla ve ölü balıklarla kaplandığı görüldü.14 Eylül 1509: Artık Osmanlı’ya başkentlik etmekte olan şehir, bu defa 18 gün devam eden bir áfet yaşadı. Şehrin alçakta kalan mahallelerinde çok büyük hasarlar oldu, 109 cami ile 1070 ev yıkıldı. Kara ve deniz surlarıyla Topkapı Sarayı’nı çeviren duvarlar kısmen çöktü. Galata ile Eminönü taraflarında yer yarıldı, yarıklardan kum fışkırdı ve denizin taşması üzerine Haliç’in her iki yakası da sular altında kaldı. Bu sırada gelen dev dalgalar deniz surlarının büyük kısmını yerle bir etti. İstanbul’un tarihindeki en büyük depremlerden olan bu sarsıntılar sırasında en az 13 bin kişi can verdi ve sayısı bilinmeyen çok sayıda İstanbullu da açılan yarıklara düşüp kayboldu. Topkapı Sarayı’nın birçok kısmı harap olduğu için, devrin Hükümdarı İkinci Bayezid bile, aylarca sarayın bahçesinde kurulan bir çadırda yaşayacaktı.22 Mayıs 1766: İstanbul o gün, tarihinin en büyük deprem serilerinden birini daha yaşadı. Nisan ayında başlayan ve Mayıs’a kadar devam eden sarsıntıların en kuvvetlisi 22 Mayıs günü meydana geldi ve merkezi Marmara Denizi olan deprem, İzmit’ten Tekirdağ’a kadar uzanan bölgeyi yerle bir etti. İstanbul’da ve Boğaz’da dev dalgalar oluştu, Galata ile Eminönü tarafları sular altında kaldı, rıhtımlar koparak denize sürüklendi, deniz Boğaziçi’nin birçok semtinde karanın iç taraflarına doğru ilerledi, Marmara’daki bazı ıssız adalar yarılarına kadar batarak küçüldüler ve bu sırada Mudanya Körfezi’nde de dev dalgalar görüldü. Şehirde evler yerle bir oldu ve birçok caminin kubbesi yıkıldı. O yılın sonbaharı hiç bitmeyen sarsıntılarla geçti. 5 Eylül’de İzmir harab oldu ve áfet 1767 Kasım’ında tekrar İstanbul’a döndü, bu defa Vezirhanı ile Bayezid ve Fatih camiilerinin kubbeleri çöktü. 1766 depremi, tarihlere İstanbul’un 1509’dan sonra yaşadığı en büyük feláket olarak geçecekti.Yeni yılın ikinci gününün sabahı böylesine tatsız bir konuyu gündeme getirmeyi istemezdim fakat tsunami konusunda artık her kafadan bir ses çıkmaya başlayınca, İstanbul’da yaşanan tsunamilerin kısa bir geçmişini vermeden edemedim. Bu feláketlerin ayrıntılarını merak edenler Esin Ozansoy’un, N.N.Ambraseys ile C.F.Finkel’in ve Nuriye Pınar’ın çalışmalarına müracaat edebilirler.

    ALINTIDIR

    • Resmi Gönderi

    Gerçek ve inanılmaz bir hikaye..

    16 milyonda 1 ihtimalin gerçekleştiği o kaza

    Tarih 1971’in Noel arifesini gösteriyordu. Peru, Lima Havalimanı’ndaki kalkıştan yarım saat sonra bir yolcu uçağına Amazon’daki yağmur ormanlarının sınırındaki Pucallpa üzerinde yıldırım çarptı. Yıldırımın yakıt tanklarından birini vurması üzerine burun üstü düşmeye başlayan uçağın 92 yolcusu ve mürettebatı hayatını kaybetti. Kazadan sadece bir kişi kurtuldu.

    17 yaşındaki Juliane Koepcke, pencere kenarında annesinin yanında oturuyordu. Uçak düşmeye başladığında annesi bir anda yok oldu. Koepcke kafasının üstüne düştüğünü ve emniyet kemerinin karnına battığını ağaçların da etrafını çevrelediğini hatırlıyor. Bilincini kaybeden Koepcke, ertesi sabah kendine geldiğinde toprakta yatıyordu. Düşüşte sadece köprücük kemiği kırığı, bacağında bir yara ve kolunda bir kesik olan Koepcke ayağa kalkıp yürüyebilirdi. Ancak uçak kazası sorunların sadece başlangıcıydı. Kazadan kurtulan Koepcke yağmur ormanlarında tek başına kalmıştı. Böcekler, vahşi hayvanlar, yağmur ormanlarının nemli ortamı gibi bir sürü olumsuzlukla baş etmesi gerekiyordu. Üstelik hayatta kalmasını sağlayacak hiçbir araç gereci yoktu. İnce bir elbise ayağındaki sandaletler onu koruyamazdı. Ancak kazadan tam 10 gün sonra 3 Ocak 1972 Koepcke, üç orman işçisi tarafından bulundu.

    HİÇ TERAPİ GÖRMEDİ

    Elbette hikayesi tüm dünyaya yayıldı. O ayın sonunda ülkesi Almanya’daki Stern Dergi’nde ilk röportajı yayınlandı. Koepcke artı dünya çapınıda tanınıyordu. 1974’te sıra dışı kurtuluşu Miracles Still Happen (Mucizeler hâlâ gerçekleşiyor) adıyla filme çekildi. Fakat Juliane Koepcke fazla ilgiden sıkılmıştı. Gazetecileri uzaklaştıran koepcke tam 40 yıl boyunca ortadan kayboldu. Kazayla ilgili hatıralarından oluşan “Gökyüzünden Düştüğüm Zaman” adlı kitap geçen yıl önce Almanya’da yayımlandı. Önümüzdeli Mart’ta da İngiltere’de yayımlanacak.

    Münih’te yaşayan ve Devlet Hayvan Bilimi Koleksiyonu’nun baş kütüphanecisi ve müdür yardımcısı olan Koepcke, bugün 57 yaşında. 1989’da kocası Eric Diller ile evlendi. Koepcke ilk bakışta çok normal biri gibi görünüyor ancak kazanın yarattığı travma çok derinlerde bir yerde duruyor. Yıllarca hep aynı rüyayı gördü: Karanlık bir yerde duvara çarpmamak için koşturuyordu kulaklarında ise uçağın motor gürültüsüne benzeyen bir ses vardı. Hiç terapi görmeyen Koepcke’nin annesinin ölümünü atlatması tam 10 yıl sürdü. Koepcke’nin en yakını Werner Herzog’tu. Film yapımcısı Herzog, filminin orman sahneleri çekimi için Pucallpa’ya giden aynı uçağa binmek istemiş fakat bilet bulamamıştı. 1998’de Koepcke’yi Umudun Kanatları adlı belgesel filmi için uçağın düştüğü yere götürdü. Koepcke, “Herzog’un olaya yaklaşımı benim için için en iyi trepi oldu” diyor. sonunda Herzog sayesine hikayesini en doğru şekilde anlatabilen Koepcke geçmişiyle de barıştı.

    MEZUNİYET BALOSU LANSA UÇAĞINA BİNDİRDİ

    154’te doğan Juliane iki Alman hayvan bilimci Hans-Wilhelm ve Maria Koepcke’nin tek çocuğu. Lima’daki Javier Prado Doğal Tarih Müzesi’nde çalışan ailesi 1968’de Amazon Ormanları’ndaki Panguana’da çalışmak için Lima’dan ayrılır. Juliana’da adeta orman çocuğu gibi büyür. Belki de ormana alışık olması ve ailesinin öğrettikleri kazadan sonra ormanda sağ kalmasını sağlamıştır. Ancak Jaliane 1970’te eğitimin tamamlamak üzere Lima’daki Alman Okulu’na gider. Aralık 1971’de sınavlarını vererek mazun olur. Annesi 19 veya 20 Aralık’ta Panguana’ya dönmek ister ama Juliane 22 Aralık’taki mezuniyet balosu için kalmak ister. Anne ve kızı Lansa uçağına binmek zorunda kalırlar çükü Noel arifesindeki tüm diğer uçaklar doludur. Babası Lansa’nın kötü ününden dolayı uçmalarını istemez.

    JULIANE NASIL HAYATTA KALDI?

    Lansa’nın kötü şöhreti filodaki Lockheed yapımı L-188 Electra tipi turboprop pervaneli uçaktan kaynaklanmaktadır. Bir yıl önce de aynı havayoluna ait 502 sefer sayılı aynı tip uçak Cuzco’daki kalkıştan sonra kaza yapmış 100 yolcunun 99’u hayatını kaybetmişti. 24 Aralık’taki uçuşta inişe 15 dakika kala her yer karardı diyen Koepcke yıldırımın düştüğü dakikalarla ilgili şunları anlattı: ”Türbülans çok kötüydü. Baş üstündeki dolaplardan eşyalar düşüyordu, insanlar ağlamaya va bağırmaya başladı. Sonra kanatta parlak bir ışık gördüm. ‘Annem her şey bitti’ dedi.”

    Koepcke’nin kazadan nasıl sağ kurtulduğuyla ilgili 4 teorisi var. İlki fırtınanın güçlü etkisinin düşerken yavaşlamasını sağladığı, ikincisi oturduğu üçlü koltuğun yaprak gibi savrulması, üçüncüsü ağaçların düşüşünü yavaşlatması dördüncüsü de oturduğu koltukla ağaçlara çarpınca sanki bir bottaymış gibi orman toprağına yavaşça indiği. Juliane’nin bir diğer şansı ise düştüğü yerin nasıl hayatta kalınacağını çok iyi bildiği bir ortam olması.

    (Alıntıdır)