Her şey 11 yaşına girdiğim günde başlamıştı. Karlı bir gündü. Pencereden gelen uğultu seslerine fazla odaklanmaktan annemin bana hazırladığı kahvaltıyı fazla bekletmiştim. Masaya yavaşça oturmuştum. Tam kaşığı elime alıcakken Annem bana: “Oğlum sana kaç kere sesleniyorum duymuyor musun” dedi. Bende kusura kalma anne sesini duymamıştım dedim. Çatal ile aldığım patates kızartmasını yemeye başladığım anda tadında bir tuhaflık olduğunun farkına varmıştım. Ama yinede yemek zorunda kalmıştım çünkü annem israftan hiç hoşlanmazdı. Boğazımdan zorla geçirdiğim o patates kızartmasından sonra sofradan kalkıp Lavaboya doğru ilerlemiştim. Bir yandan ellerimi yıkarken bir yandan da camdan kendime bakıyordum ki gözlerimin altında ciddi morlukların olduğu farkettim. Aman Allahım! daha önce gözümle ilgili böyle bir sıkıntı yaşamamıştım. Her neyse fazla kafaya takmadan pencereden kar yağışını izliyordum Yağmurlu ve soğuk bir gecenin sabahında hiçbir şeyden habersiz uyanırsın. Evdekilerden birinin “Kalk kalk, bak bak,dışarıya bak. Her yer bembeyaz” sesleriyle, perdeyi aralayıp, heyecanla camdan bi bakarsın ki… Ortalık sessiz ve beyaz. Sakin, dingin. Kar usul usul yağıyor. O coşkuyla camı balkonu açarsın, tertemiz, taptaze, kar tadında bir hava, burnunda, boğazında, ciğerlerinde buz tadında yanma hissi bırakır. Eğer pencerenin pervazında biraz kar biriktiyse, karın kalitesini kontrol edersin. Belki tadına bile bakarsın…
Biraz izlersin. Yoo bayaa izlersin. Yerdeki kar örtüsünü bozan insanlara, araçlara kızarsın. Kısa bir mutluluktan sonra Annem bana seslenip: “Oğlum benim işim çıktı. Kardeşinin okuluna gitmem gerekiyor canın sıkılırsa dışarı çıkabilirsin anahtarı eve bırakıyorum” dedi. Bende evde yalnız kalmayı seven bir insan olarak. Tamam anne dedim. Annem gittikten bir kaç dakika sonra vücudumda bir tuhaflık hissettim. Hızlıca aynaya baktığımda çok korkmuştum. Kalbim hızlıca atıyordu. Çünkü gözümden başlayan morluklar göğsüme kadar ilerlemişti. Yo Yo dur bir dakika düşündüğüm şey olamaz! o lanet olasıca yediğim şey bunu yapmış olamaz değil mi dedim kendi kendime. Gözlerim yavaşça bulanıklaşıyordu bilincimi yavaşça kaybediyordum. Yere düşmüştüm. Canım çok yanıyordu. Yerde acılar içinde sürükleniyordum. Konuşabilme yetimi bile kaybetmiştim. Bağırmak istiyordum bağıramıyordum. Duymak istiyordum çınlama seslerinden başka bir şey duyamıyordum. Kalkmak istiyordum fakat artık kendimi bile haraket ettiremiyordum. Hatta bununla da sınırlı kalmamıştı artık nefes bile alamıyordum. Göz kapaklarım kapanmıştı. Çınlama sesinden başka bir şey duyamıyordum. Ağlamaya çalışıyordum fakat oda mümkün olmuyordu. Artık bayılmıştım. Allah kimsenin başına getirmesin. Kendime geldikten sonra başımda ciddi bir ağrının olduğunu farketmiştim akşam olmuş. Aynı bulunduğum yerde duruyordum. Ayağa kalkmak her ne kadar zahmetli de olsa. Hızlıca kalkıp saati kontrol etmiştim. Saatin çok geç olduğunu görünce telaşa kapılıp anneme bir şey olmasından Korktum. Dolayısıyla evdeki parayı hemen alıp dışarı koyulmuştum. Hızlıca taksiyi arayıp bulunduğum bölgeye acil gelmesini istemiştim. Telefonu kapattıktan 2 dakika sonra nihayet gelmişti hemen arabaya binip gitmek istediğim konumu belirtmiştim. Adam yüzümdeki korkuyu farketmişte görmezden geliyor gibiydi. Kısa süre içerisinde oraya ulaştıktan sonra hemen arabadan inip hızlıca okula giriş yapmıştım. Birinci basamak,İkinci basamak, Üçüncü basamak. Derken kardeşimin sınıfına nihayet ulaşmıştım. Kapıyı açar açmaz gördüğüm şeyler karşısında kahrolmuştum. Kısa bir süre şaşkınlıkla etrafa baktıktan sonra içlerinde annemle kardeşimi arıyordum. Ve…. Maalesef korktuğum başıma gelmişti. Annem ile kardeşim yan yana tüm vücudu mosmor bir şekilde yere yatıyordu. Ambulansı arıyordum fakat yanıt gelmiyordu. Polisi arıyordum yanıt gelmiyordu. Her yeri aramayı denedim fakat hiç bir yerden yanıt gelmiyordu. Hemen telefonumdan haber kanallarına bakmıştım. Tüm kanallar benim ve insanların yaşadığı durumu anlatıyordu. Yeni dünya düzenini oluşturmak isteyen bir kaç elit kesimler. Gizlice yiyeceklerin içine değişik bir madde katıp insanlığı zehirliyorlar diye bas bas bağırıyorlardı. Dışarı hızlıca baktığımda tüm insanlar sırasıyla yere düşüyordu. Tam seslenecekken kendimde bir tuhaflık hissettim. Yine yavaştan gözlerim bulanıklaşıyor, bilincimi kaybediyor, kulaklarım duymaz hale geliyor, yere düşüyordum. Ve sonrasında… Anlatmak istemiyorum. Keşke daha fazlasına cesaret edebilseydim.
HAVA Hikayeler Ve Anılar
-
Y_u_s_u_f1 -
11 Ocak 2020 13:28
-
-
Kendi kafanızdan uydurduğumuz hikayeleri buradan paylaşabilirmiyiz abi
-
çok güzel olmuş. Devamını beklerim.
-
çok güzel olmuş. Devamını beklerim.
Eyvallah olabildiğince daha kaliteli hikayeler oluşturmaya çalışacağım. Herkesin özgürce hikaye oluşturup paylaşacağı bir konu bu.
-
- Resmi Gönderi
Kendi kafanızdan uydurduğumuz hikayeleri buradan paylaşabilirmiyiz abi
güncel konulara taşıdım Yusuf
Yazdıkların her ne kadar üzücü de olsa,
Hayal gücünü çalıştırman, olayları bağlaman, akıcılık içinde yazman gerçekten çok güzel olmuş..
Eline emeğine sağlık abim
Devamını senden de diğer arkadaşlardan da bekleriz
-
güncel konulara taşıdım Yusuf
Yazdıkların her ne kadar üzücü de olsa,
Hayal gücünü çalıştırman, olayları bağlaman, akıcılık içinde yazman gerçekten çok güzel olmuş..
Eline emeğine sağlık abim
Devamını senden de diğer arkadaşlardan da bekleriz
Eyvallah abi zaten uzun zamandır ben kendi kafamdan hikayeler uydurup yazıyorum sürekli. Bu konuda kendimi bayağı geliştirdiğimi düşünüyorum.
-
- Resmi Gönderi
@Y_u_s_u_f1
Seni gfs şirketine alalım bize senaryo çıkar
-
@Y_u_s_u_f1
Seni gfs şirketine alalım bize senaryo çıkar
Ne demek istediğini anlamadim abi. :D
-
- Resmi Gönderi
Ne demek istediğini anlamadim abi. :D
Meteociel de çalış gfs modelini sen hesapla çıktı sun sonra :D
-
- Resmi Gönderi
Meteociel de çalış gfs modelini sen hesapla çıktı sun sonra :D
Sonra senin yazdığın senaryoyla -32-45 ülkeye akın etsin
Firinda da ekmek çıkmasın der Yusuf
-
Meteociel de çalış gfs modelini sen hesapla çıktı sun sonra :D
:'D yok abi ben hesaplayıp sunsam yarın kar verirken bugün güneşli olur. Sonra benim yüzümden kimse güvenmez gfs ye
-
Biraz korku tarzı ama olsun..:'D
Ben daha hayata atılmamış basit bir lise öğrencisiyim. Adım yusuf fakir bir evde ailemle beraberim. Yalnız bir insandım fakat bundan hiç rahatsızlık duymuyordum.
Cumartesi sabahının ilk ışıklarıydı. Ben uyku sersemi bir insanım. Hafta içleri okula kalkmak bana oldukça zor geliyordu. Yatağın başında öylece düşünürken annem bana şöyle seslendi: “Aldığın notlar neden bu kadar düşük Yusuf sanırsam derslerine çalışmıyorsun! Dedi. İçimde hafif bir öfkelenme olsa da bir şey diyemedim. Haklısın anne deyip geçiştirdim. Güzel bir kahvaltıdan sonra biraz internette takıldım. Bu aralar google’nın bana sunduğu ilginç gündem haberlerinin olduğunu fark ettim. Merak ettiğimden dolayı hemen onlardan bir tanesine tıkladım. İnsan derisinden yapılmış bir tişört! Bu beni biraz ürkütmüştü ve bu benim diğerlerine bakmama engel olabilmişti. İçimde tuhaf bir korkuyla hemen bilgisayarı kapattım. Etrafa baktığımda az önce termal perdenin arasından yansıyan güneş ışıkları tamamen kaybolmuştu. Sanırsam yağmur geliyordur diye düşünmüştüm. Fakat dışarı baktığımda resmen akşam olmuştu. Ben daha bilgisayarıma bakalı 5 dakika olmuştu daha sabahtı! Zaman nasıl bu kadar hızlı akmış olabilir ki dedim. Hızlıca odalara baktığımda tüm ailem uyuyordu. Saate baktığımda geceyi bile bulmuştu. Bu nasıl olabilir diye aklımı kurcalarken daha fazla düşünmem benim aklımı kaçırmama sebep olabilirdi. Bu sebepten ötürü hiç sorup soruşturmadan direk bende yatağa girip uyudum… Ve 1. Gün.. Her zaman ki gibi yine kalktım. Kahvaltımı ettim. Bu sefer bilgisayarımın yanından geçerken ürküyordum. Derken odamda ufak tefek değişikliklerin olduğunu fark ettim. Daha önce sağda olan lamba düğmesinin solda olduğunu gördüm. Kalbim hızlıca atmıştı. Hızlıca düşünüp. Anne! Diye seslendim. Annem yanıma gelip efendim oğlum dedi. Bende anne bu lamba düğmesi daha önce burda değildi siz mi bunu yaptınız dedim. Annem ise: “hayır oğlum her zaman ki yeri işte. Sen iyimisin biraz tuzlu ayran vereyim”. Dedi bende. Hayır anne teşekkür ederim. Lütfen beni yalnız bırak dedim. Tuhaf bakışlarla yanımdan ayrıldı. Hızlıca gardıropun içine girip bu olaya açıklık getirmeye çalıştım. Ancak bir türlü mantıklı bir sonuca ulaşamadım. Belki rüya görüyorumdur diye parmaklarımı saydım kendimi cimcikledim. Ama hayır hala 5 parmağım vardı ve hala canımı yakabiliyordum. Ve… Keşke o lanet olası gardıroptan dışarı çıkmasaydım. Yine zaman bir anda ilerlemişti. Ağlayarak hiç bir şey düşünmeden tekrar yatağıma girip uyudum. 2.gün: Bu sefer uyandığımda evde ne annem vardı. Ne de kardeşim. Evde yalnızdım. Takvime baktığımda şok olmuştum! Bugün günlerden yine cumartesi! Bu durumlara alışsamıydım yoksa beni deliler hastanesine yatırsalarmıydı bilemedim. Bu sefer ciddi bir şekilde susuzluk ve açlık yaşıyordum. Bacaklarım tir titriyordu. Hızlıca ne var ne Yok her şeyi yedim içtim. Neler olduğunun hakkında hiç ama hiç bir fikrim olmuyordu. Televizyon odasına girince bu sefer bura da da değişiklikler olduğunun farkına vardım hemde nasıl!.. Duvardaki boyalarda değişiklik olmuştu. Koltuğa oturup. Alnımı tutup çaresiz bir şekilde ağlıyordum. Derken başıma bir şey damladı. Hemen yukarı baktığımda gördüğüm şey karşısında şok olmuştum bildiğin tavandan aşağıya kan damlıyordu. Daha fazla çıldırmadan. Kapıyı açıp dışarıya doğru ilerliyordum. Dışarı çıkacaktım çıkmasına ama. İmkansız bir şey yaşıyordum. Ben sokağa çıkayım derken tekrardan evime geliyordum. Artık bu durumlara öyle alışık hale gelmiştim ki her şeyi akışına bırakıyordum. Ve saat tekrardan 00:00. Bu sefer daha önce hiç bu kadar uykum gelmemişti gözlerim kapaklarımı istemeden kapatıyordum. Bu sefer yatağa ulaşamadan yerde uyumuştum. 3.gün: Sabah kalktığımda ciddi bir şekilde baş ağrım vardı. Aradan 5 dakika sonra mide bulantım başlamıştı resmen hastalanmıştım. Zar zor yatağıma doğru ilerleyip uzanmıştım. Bir yandan kendimi kötü hissederken bir yandanda. Yaşadığım şeylerin gerçek olmadığına inanmaya çalıştım. Derken evden: “Oğlum!” Diye ses geldi bende “Anne kurtar beni!” Dedim. Ayağa kalktığımda kendimi bayılacakmış gibi hissettim bir adım daha attığımda ise yere düşmüştüm resmen kulağım çınlıyordu. Gözlerim bulanıklaşmaya başladığında ise önümde birisinin dikilip bana baktığını gördüm. İlkten annem olduğunu zannetmiştim. Fakat ben o kişiyi tanıyamamıştım. Bayıldığımda ise sonrasında yaşadıklarım dehşet vericiydi.. işte o günden beri sağda solda gördüğüm insanlar benden uzak duruyordu. Kimseye derdimi anlatamıyordum…
-
- Resmi Gönderi
Sitenin online sayısı düşerse seni sorumlu tutarım Yusuf:memnunseytan:
Ne biçim bir hikâye bu?
Eline emeğine sağlık güzel olmuş
-
Sitenin online sayısı düşerse seni sorumlu tutarım Yusuf:memnunseytan:
Ne biçim bir hikâye bu?
Eline emeğine sağlık güzel olmuş
Saolasın abi biraz sizi korkutayım dedim.:'D
-
Komşum bu klasik özenti youtuberlardan biri. Yıllar boyunca tarçın yerken öksürdüğünden tutun da arabası yavaş yavaş ilerlerken üstünde uzanmış bir şekilde gitmesine ve başından aşağı bir kovayla su dökmesine kadar bir çok şeyini gördüm. Her seferinde de epik diye çığlık atarken hem de. Onu bu viral trendleri yakalamaya çalışırken izlemek bile yorucu olabiliyordu. Neyse, bir gün kapımı tıkladı ve bir kaç hafta boyunca evde olmayacağını söyledi ve eğer mahsuru yoksa onun için gelen postaları alabilir miyim diye rica etti. Dürüst olmak gerekirse rahatlamıştım, onun bu aptallıklarına katlanmak zorunda olmayacağım için hissettiğim huzuru açıklayamam size. Her zaman yaptığı bu numaraların bir şekilde bana da bulaşacağını düşünüyordum çünkü.
İlk bir kaç gün herşey normaldi. Bir kaç fatura geldi, bir kaç gereksiz posta ve sanıyorum ki bir doğum günü kartı. Ardından bir akşam, verandasına bir karton kutu bırakıldığını gördüm. Üstünde büyük ve kırmızı renkle GÖNDERİCİYE İADE EDİLECEK yazıyordu.
Öyle ufak tefek bir şey değilim ama itiraf etmek gerekirse kutuyu taşırken zorlandım. Gerçekten inanılmaz ağır birşeydi. Yol boyunca eve çeke çeke götürmek daha da zordu. Eve geldiğimde hemen farkettim ki kapıdan içeri almak için merdivenlerden taşımam gerekiyordu ve bu da neredeyse imkansızdı. Ben de paketi garajıma koymaya karar verdim. Aracımı garajda tutmuyordum, garaj kapısı kolay kolay açılmayan lanet bir kapıydı. Arabayı evin önüne parketmek her sabah garaj kapısıyla mücadele etmekten daha kolaydı. Aslında paketi kapıyı açmaya çalışırken yere koymalıydım ama bilirsiniz eğer birşeyi iyi kavradıysanız tekrar yere koyup bir daha kaldırmayı pek gözünüz yemez.
Neyse garaj kapısını üçüncü defa tekmelerken paketi elimden düşürdüm. Hafif bir kırılma sesi duydum.
“Tüh” dedim.
Önemli birşey kırmamışımdır umarım diye düşündüm ama daha sonra komşuma bu olaydan hiç bahsetmemeye karar verdim. Gelirken kırılmıştır diye düşünsün dedim.
Ellerim boşa çıkınca kapıyı rahatlıkla açtım ve paketi komşum gelince alsın diye bir köşeye kadar iteledim. Ardından onu tamamen unuttum. Ta ki bir kaç gün sonrasına kadar.
Kokunun garaj kapısının ardından eve girmesi ne kadar sürdü hatırlamıyorum ama bu yavaş yavaş oldu. Berbat şekerli tuhaf bir kokuydu kokarca gibi, ilk kokuyu aldıktan bir kaç gün sonra gerçekten yolda ezilmiş bir hayvanın bıraktığı bir koku olduğunu düşünmeye başladım. Fakat gün geçtikçe koku geçmesi gerekirken artarak devam edince kaynağını aramaya başladım. Garaj kapısını açtığımda işte o zaman koku burnuma sert bir şekilde geldi, burnuma tutarak geri eve doğru kaçtım.
Kokunun sebebini bulmak pek zor olmadı. Tek ihtimal köşedeki kutuydu. Aylık et aboneliği paketlerinden biri olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum ama bu sefer dışarıda çok kaldığından et bozulmuş olmalıydı diye düşündüm. Bu kadar ağır olması için ne kadar et olmalıydı ki, lanet olası bir ineği komple paketlemişlerdi herhalde.
Kutuya yaklaşırken burnumu kapatmış elimde bir makas vardı. Gerçi kutuyu açmak için bir makasa ihtiyacım yoktu çünkü kutu bir parmakla bile delinebilecek kadar ıslanmıştı. Ama parmakla falan delmeyecektim tabi yoksa o ıslaklığın sebebi tamamen garajımın yerine dağılırdı. Tek seferde tüm eti çöp poşetine ordan da konteynıra koymalıydım ki bu gerçekten de yapmak için can attığım bir eylem değildi.
Makasla kutunun etrafındaki bantları kestim. Tam kokunun daha da kötüleşemeyeceğini düşünürken kutunun kapağını açtım ve tam bir leş kokusu yayıldı etrafa. Sanki yanan bir fırının kapağını açmak gibiydi, sadece bu sefer kapağı açtığımda bir ısı dalgası değil de iğrenç bir dışkı, leş, ter ve çürümüş et kokusu dalgası vurmuştu yüzüme. Koku o kadar ağırdı ki geri çekilip öğürmemi bastırmak zorunda kaldım. O karışmış kokunun kaynağını çöpe atabileceğimi düşünmedim ve dışarıya temiz hava almaya koşa koşa gittiğimi itiraf etmekten de utanmıyorum. Ama o kadar kısa sürede bile koku üstüme öyle bir sinmişti ki dışarı çıkmama rağmen bir gölge gibi benimle geldi.
-