Dünya haritasının Avustralya’da nasıl göründüğünü hiç merak ettiniz mi?
Haberler,Hikayeler,İlginç Bilgiler,
-
-
Tarih 28 Şubat 2001.
6,8 Büyüklüğündeki bir deprem, Olympia Washington'u sallarken, o bölgedeki bir dükkanda satılan kum sarkacı (Foucault Sarkacı) da o esnada harekete geçer. Artçılar durduğunda ise, kumda bu görüntüler meydana gelmiştir.
The content cannot be displayed because it is no longer available. The content cannot be displayed because it is no longer available. The content cannot be displayed because it is no longer available. -
- Resmi Gönderi
Tarih 28 Şubat 2001.
6,8 Büyüklüğündeki bir deprem, Olympia Washington'u sallarken, o bölgedeki bir dükkanda satılan kum sarkacı (Foucault Sarkacı) da o esnada harekete geçer. Artçılar durduğunda ise, kumda bu görüntüler meydana gelmiştir.
The content cannot be displayed because it is no longer available. The content cannot be displayed because it is no longer available. The content cannot be displayed because it is no longer available. Bir gül yapmış sanki
Korkunç olsa da bir güzel resim yapmış sarkacla
-
İllumunatiye benzettim.
-
- Resmi Gönderi
İllumunatiye benzettim.
Mesaj var dersin
-
- Resmi Gönderi
Eski ama gerçek bir hikaye ekleyelim buraya.
Epey zamandır yazmamışız
Kendi koyumden bir arkadaş anlatmıştı..
Küçüklüğünde o bahsettiği kişiyi kendisi de az çok hatırlıyorum demişti..
Garip,biraz serseri,biraz deli bir insandan bahsederdi..
Başka bir köyden geldiğini, başkaları tarafından karnının doyuruldugunu,yatacak yer verildiğini biliyoruz..
Bu arkadaşımızın akrabası,dedesi tam aklımda kalmadı yakını diyelim bu garibe çok ilgi gösterirmiş,kollar gözetlermis..Her sene belki zamanlarda köye gelir geri gidermiş bu garip adam.
Akrabamız hacca gideceği zaman bu garibi elinden tutup eşinin yanına götürmüş..
Hanımına "Ben hacca gidince bu ne isterse ver ne isterse pişir geri çevirme" demiş.
Bu söz üzerine hanımı tamam demiş..
Adam hacca gitmiş belli zamanlarda ara ara bizim bu garip teyzemizin yanına gelerek canının istediğini söylermiş teyzemiz de elimden geldiği kadar yapar bulur verirmiş..
Çoğu zaman garip adam teyzemize
"Şunu yap bunu yap kocanın canı istemiş diye eklermis"
Teyzemiz de kendi kendine güler,dediğini yaparmış" benim kocamın adını kullanarak bana iş yaptırıyor" diye arada kızarmış kendi kendine..
Yine bir gün gelmiş bizim buralarda katmer meşhurdur .Garip adam"kocan katmer istiyor katmer yapıver" demiş
Teyzemiz biraz kızgın da olsa kocasının sözünü unutmamış ve katmer yapmış..
Katmer bittikten sonra saat kaçsa neyse artık bir bohçaya kendi bohçasına ya da yazmasına ona ait olan bir şeye sarmış eline vermiş..
Bir de şaka ile karışık "beyime de selam söyle"demiş ve gülmüş..
Aradan zaman geçmiş Hacılar dönmüş bizim garip de o sırada köyden gitmiş
Akrabamız eşinin yanına gelmiş ve hal hatır sorduktan sonra"nasıl bizim garibe iyi baktın değil mi hanım" demiş
O da "elimden geldiği kadar karnını doyurduğum istediklerini yaptım"demiş
Adam Allah senden razı olsun diye hanımına teşekkür etmiş..
Adam getirdiği hediyeleri çıkarınca kadın hayretler içinde hediyeler arasında kendi bohçasını veya yazmasını görmüş
"Bey bunu nereden buldun bu sende ne arıyor"demiş…
Adam"garip bununla bana hem senin selamını getirdi hem de katmer getirdi katmer yapmışsın"demiş..
O günden sonra o garip kişinin ne kadar mübarek bir insan, Allah dostu olduğu anlaşılmış.
Hala köyümüzde ondan bahsedilir..
-
Günün Gündemi.
İspanya’da akıllara durgunluk veren bir olay yaşandı. Kalbi duran bir kadın 6,5 saat sonra yeniden hayata döndü. Hayata döndükten sonra herhangi bir nörolojik komplike geçirmeyen kadın 11 gün sonra yürümeye başlayacağı iddia edildi.
İspanya’nın La Vanguardia gazetesinde yer alan habere göre, 3 Kasım’da ülkenin kuzeydoğusundaki Nuria kenti yakınlarında eşiyle dağ yürüyüşüne çıkan Audrey Mash adlı kadın, kar fırtınasından geri dönemedi ve vücudu dondu.
Yaklaşık 3 saat sonra bölgedeki kurtarma ekipleri tarafından helikopterle hastaneye götürülen 34 yaşındaki kadının öldüğü düşünüldü.
Vücut sıcaklığı 20,2 santigrat dereceye kadar düşen ve 6,5 saat kadar kalp atışları duran Mash, hastanedeki iki uzman doktorun müdahalesiyle kurtarıldı.
Öldükten sonra dirildi
Yetkililer, hastaneden 11 gün sonra yürüyerek çıkan Mash’ın, sadece el parmaklarında koordinasyon ve uyuşma sorunu olduğunu ve vücudunda kalıcı hiçbir nörolojik hasar oluşmadığını ifade etti.
Eşiyle birlikte 2017 yılından bu yana Barselona’da yaşayan ve İngilizce öğretmenliği yapan Mash, 3 Kasım’da yaşananlarla ilgili hiçbir şey hatırlamadığını söyledi.
Yetkililer, hipotermi sonucu kalp atışı 6,5 saat duran Mash’ın yaşama döndürülmesinin, İspanya’da ilk olduğunu açıkladı.
-
- Resmi Gönderi
Size Tabiri Caize Kocakarı Takvimini Atıyorum Tabi Bu Takvim 50 Sene Önceki Kışları anlatıyor Ancak Son 15 Yılda da Yaşanmışlığı Vardır
The content cannot be displayed because it is no longer available. buda ilginç bir bilgi burada bulunsun abiler
-
- Resmi Gönderi
Sanırım daha önce bu paylaşımı yaptım biliyorum ama TV de görünce yine atalım dedim
Dünyanın en zeki insanı William James Sidis’in trajik hayatı…
İşte 8 aylıkken alfabey söktüğü, 8 yaşındayken 7 farkılı dil konuşabilen, 11’inde Harvard’a giren ve aynı yıl profesörlere ders veren William James Sidis’in inanılmaz hayatı…
The content cannot be displayed because it is no longer available. WILLIAM JAMES SIDIS KİMDİR?
William James Sidis Rusya’dan abd’ye göçen yahudi bir ailenin çocuğu olarak 1 nisan 1898’de dünyaya gelmiştir. Henüz altı aylıkken bazı kelimeleri söyleyebildiği annesi tarafından farkedilir. 8 aylıkken alfabeyi söktüğü söylenir. 1,5 yaşındaykende günlük gazeteleri okumaya başlar. William’ın ‘dahi’ olduğunu gören annesi doktorluğu bırakır ve tüm vaktini harika çocuğa ayırır. 6 yaşındayken lise seviyesindeki bir öğrenci zekasına sahiptir.
8 YAŞINDA 7 DİL KONUŞUYOR!
8 yaşına basmadan İngilizce, Latince, Yunanca, İbranice, Fransızca, Almanca ve Rusçayı konuşabilmektedir. geçmiş veya gelecekteki bir tarihin hangi güne denk geldiğini hesaplayabilir. Süper çocuğun bu üstün yetenekleri onu medyanın ilgi odağı yapar; new York Times william James Sidis’e ilk sayfalarında yer verir. Artık ABD’de herkes süper çocuktan haberdar olmuştur.
9 yaşındayken Harvard’ın sınavlarına kazanmasına rağmen yeterli duygusal olgunluğa ulaşamadığı için okula alınmaz. Harvard’ın yeterli gördüğü duygusal olgunluğa 11 yaşında ulaşır ve Harvard’a alınır. Aynı sene Harvard profesörlerine konferans bile verir. Harvard’daki eğitimini başarıyla bitiren Sidis, 16 yaşındayken hukuk eğitimi almaya başlar.
The content cannot be displayed because it is no longer available.
HAPSE GİRİYOR!Ancak işler istediği gibi gitmez. Sosyalist olan William, 1 Mayıs gösterilerinde hükümet tarafından tutuklanıp hapse atılır. Ailesinin nüfuzunu kullanmasıyla hapis cezası başka bir cezaya çevrilir. Sidis gerek katıldığı eylemlerden gerekse ateist olmasından ötürü halkın gözünden düşer. Yükselişiyle medyanın ilgi odağı olan Sidis, düşüşüyle de medyanın ilgi odağı olur. Bu ilgi Sidis’in canını sıkar.
Hayatının geri kalan kısmını bilimden uzak geçirmiştir; ufak çaplı işlerde çalışıp ekmeğini kazanmaya çalışmış( Parantez açalım bildiğim kadarıyla aylık 20 dolara çalıştığı)ve 17 temmuz 1944’te ölmüştür. Hayatının son demlerinde öğrendiği dil sayısı 40’ı bulduğu söyleniyor.
William James Sidis tüm umutları boşa çıkarmıştır. Kendisinden beklenenleri veremeden bu dünyadan ayrılmıştır. Aynı düzlemde olduğu Leonardo da Vinci, Albert Einstein, Isaac Newton gibi dahiler kadar üretken olamamış, arkasında önemli buluşlar, eserler ve teoriler bırakamamıştır. Sadece 2-3 kitap yazığı bilinmektedir.
Bu sonuçtan kimileri Sidis’i kişisel projesi olarak kullanan ailesini, kimileri ise sidis’i bir türlü rahat bırakmayan gazetecileri suçlu bulmuşlardır.
ALINTIDIR
-
birazdan gerçekten yaşadığım ilginç bir anıyı anlatacağımı olay yaklaşık 2 sene önce başıma geldi
2017 yılının sonbahar ayındaydık anneannem hacca gitmişti ve dönecekti bizde onu karşılamak için köye gitmiştik köye her yaz gidiyorduk köyde garip olaylar olduğunu hissediyordum( köyün adını söylemeyeceğin ne olur ne olmaz diye) köy ile ilgili herkesimi paranormal bir hikayesi vardı dere kenarında coğrafi olarak çok güzel bir konumdaydı köyün dereye yakın olan yerde bir orman gibi bir yer vardı geri kalan yerler bozkırdı bu dere ve orman ile ilgili hep garip hikayeler dinledim bir akşam kuzenler vs oturuyoruz bir abi vardı dere ve orman ile ilgili şöyle söyledi : bzim köyde bir doktor vardı ama yaşlı( hala var ) adam ormana gitmiş rahatlamak kafasını dinlemek için adamı akşam felç inmiş bir şekilde bulmuşlar (hala yaşıyo gerçekren felçli ziyarete gidiyoruz) sonraki hikaye benim tanımadığım ama kuzenimin tanıdığı bir kız hakkındaydı abi anlatmaya başladı bir gün bir kız ve ablası dereye gitmişler ve ormanda geziyolarmış ablası bir anda bağırmaya başlamış ve cinnet geçirmiş küçül kız zor kaçmış ablası şuan ruh sinir hastalıkları hastanesinde her neyse aradan 2 gün geçti akşam kuzenimle oturuyordum ve büyük bir abi bir anda traktöre doğru koştu meğer bunların 11 tane hindisi bir anda kaybolmuş dereye gideceklerini düşündükleri içinde traktörle ormana doğru gidiyormuş annem ve teyzem sizde gidin yardım edersiniz dedi biz de hem meraktan hem de yardım ederiz diyerekten gittik yanımızdaki abinin adı da hüseyindi akrabamızdı o da herneyse traktörle sallana sallana gidiyoruz kimse belli etmiyor ama dereye yaklaştıkça herkes biraz daha korkmaya başlıyordu dere ve orman köye fazla uzak değil ama yakın da değil dereye geldik ölüm sessizliği aşırı gerici bir ortamdı geceleri burada üç harflilerin düğün falan yaptığı söylenirdi traktörden indik ve dere kenarında ormanda hindileri arıyoruz ben hüseyin abinin koluna kuzenim de diğer koluna yapışmış ilerliyoruz arıyoruz arıyoruz yok sonra derede bi hareketlilik hissettik ilk başta fazla önemsemedik ama ama ilerledikçe ormanın dereden taraf olan yerde bembeyaz bir ışık gördük bu konuda gerçekten ciddiyim hayatım en korkunç günüydü bağıra bağıra traktöre koştuk 3 ümüzde gördük halisülasyon olamazdı hemen traktörle eve gittik ama nasıl bir heyecan var nasıl basıyor hüseyin abi gaza çok korkunçtu bu köyden hala korkuyorum
-
- Resmi Gönderi
Derler ya "ne varsa eskilerde var"diye..
Nenem,dedem ve diğer köyün yaşlıları hep havadan bahseder başka başka bilmediğimiz duymadığımız şeyler söylerlerdi..
Bir yazı ekleyelim ama benim duyduklarım bu yazıda sadece bir kaç benzeri var.
Bizlerde daha başka başka kelimeler deyimler vardı..
Bu yazıyı da zevkle okursunuz mutlaka ve duymuş olduklarınız da vardır belki
Yılların deneyimleriyle oluşan kadim bilginin insanlığın ortak mirası olması ve paylaşılması da ayrı bir tat veriyor.
Gel gelelim bu bilgilerle oluşan takvimde yer alan sayılı soğuk ve fırtınalara. Eskiler hesap etmişler saymışlar günleri, cemrenin düşüşünden bilmişler baharın çetin mi sıcak mı geleceğini. Ona göre ekip, ona göre biçmişler. Mayısın ortasında bu soğuklarda nereden çıktı diye şaşırmamak için bilip hesap etmeli evvelden ve eskilere kulak vermeli…
Öncelikle eski hesapta takvimde ayların adları:
1- Döl Dökümü , Kuzu Ayı, Yazbaşı (Mart)
2- Yağmur Ayı, Yağar Ay (Nisan)
3- Çiçek Ayı, Tut (dut) Ayı (Mayıs)
4- Yayla Ayı, Kirez Ayı (Haziran)
5- Kotan Ayı, Orak Ayı (Temmuz)
6- Biçim Ayı, Çürük Ay (Ağustos)
7- Harman Ayı, Böğrüm Ay (Eylül)
8- Şarap Ayı, Değirmen Ayı, Sulta Ay (Ekim)
9- Koç Ayı, Koç Katımı (Kasım)
10- Nahır-Kovan, Kara-Kış (Aralık)
11- Don Ayı, Çileler Ayı, Zemheri (Ocak)
12- Gücük, Gücük Ay (Şubat)
Amansız Elli: Karakışın 20. gününden (miladi 4 ocak) başlayıp, gücüğün 9. gününe (miladi 22 şubat) kadar sürer. Tam 50 gün çeker. Soğukların aralıksız devam etmesi yüzünden, bu günlere “Amansız elli” denilir.
Hıdrellez Fırtınası: Baba hesabına göre zemheri ayının 18’i ile 28’i (31 ocak-10 şubat) arasında devam eden rüzgarlardır.
Vakit Yeli: Gücüğün yedisinde (20 şubat) vakit yeli eser ve cemre havaya düşer.
Cemreler
1.Cemre: Gücük ayının 7.gününde (20 şubat) cemre havaya düşer. Havalar ısınmaya başlar.
2.Cemre: Gücük ayının 14. gününde (27 şubat) cemre suya düşer. Sular ısınmaya başlar.
3.Cemre: Gücük ayının 21. gününde (miladi 6 mart) cemre toprağa düşer. Toprak ısınmaya başlar.
Gâvurun Küfrü-Gâvurun Günü: Gâvurun günü, gücüğün çıkması ile martın girmesi arasında (tahminen 10-14 mart arasında) olur. Gâvurun küfründe bacaya çıkılarak, horanta (aile fertleri) sayısı kadar taş ayrılır. Herkesin taşı büyükten küçüğe, puharenin (büyük baca) kenarına dizilir. Bir gün sonra taşlar kaldırılarak altına bakılır. Kimin taşının altından fazla böcek çıkarsa onun bu yıl nasibi bol olur.
Beldir Aciz- Kocakarı Soğukları: Baba hesabına göre gücük ayının 26. günü ile mart ayının 4. günleri (11-17 mart) arasında devam eden sayılı fırtınadır. Beldir Aciz fırtınası, “Beldir aciz, yer gök taciz” “Üçü şubatta, dördü martta” gibi sözlerle tarif edilir.bu fırtınalı günlere “Kocakarı Soğukları” adı verilir.
Haftı Hambal- Mart Dokuzu: Baba hesabına göre, mart ayının 9. günü (22 mart) Haftı Hambaldır. Güneş Hamel burcuna girer ve gece gündüz eşit olur. “Mart Dokuzu “ olarak bilinen bu günde, bahar başlar.
Abrıl Beşi Fırtınası: Abril ayının 5. gününde (18 nisan) görülen sayılı fırtınadır. Çok şiddetli soğuk olur. Halk: Sakın abril beşinden camızı ayırır eşinden!” diyerek bilmeyenleri bu fırtınaya karşı uyarır.
Sitte Sevir: Abril ayının 7. günü ile 12. günü ( 20-25 nisan) arasında 6 gün süren sayılı fırtınadır. Bu fırtına “Sitte Sevir, her saati bir devir” deyimiyle, bir anı bir anını tutmayan zaman dilimi şeklinde tanımlanır.Hıdrellez: Abrilin 23. günü (miladi 6 Mayıs) seneyi ikiye bölen gündür. “Ver Hıdrellez’i vereyim yazı” sözüyle yazın gelmiş olduğu doğrulanır.
Ülger Doğumu Fırtınası: Ülger yıldızı, baba hesabına göre mayısın 18. günü (31 mayıs) doğar. Gün doğusundan şiddetli bir yel eser. Bu yel insanlar, hayvanlara ve bostanlara zarar verir. Bu yüzden ülger doğacağı gün hayvanlar dışarı çıkarılmaz, ahır ve ağılların pencereleri, kapıları kapalı tutulur.
Gündönümü: Baba hesabına göre, haziranın 12. günü (25 Haziran) gün döner.
Kuyruk Doğumu: Baba hesabına göre haziranın 18. günü (1 Temmuz) kuyruk doğar. Kuyruk Yıldızı da Ülger Yıldızı gibi doğduğunda mala davara zarar verir.
Terazi Doğumu: Terazi Yıldızı baba hesabına göre temmuzun 18. günü (31 Temmuz) doğar.
Mihrican-Bostan Bozan: İlkgüz ile ortagüz arasında (14 Eylül-14 Ekim) görülen fırtınadır. Ülker yeli gibi, çok soğuk eser ve bütün mahsulleri mahveder.Bakalım nasıl bilmişler kışın yazın nasıl gelip geçeceğini;
“Güz mevsimi erken gelir, rüzgâr çok eserse o yıl kış uzun sürer.”
“Güzün yağmur çok yağarsa kış uzun geçer”
“Ağaçlar yapraklarını erken dökerse kış çok olur”
“Kavakların yapraklarını tepeden dökmeye başlaması o yıl kışın uzun ve sert geçeceğine işarettir. Kavaklar yapraklarını etekten dökmeye başlarsa o yıl kış kısa geçecek demektir.”
“Irmak ve dere kenarları çok yosun bağlarsa kış erken gelir”
“Koç ayında soğuk çok olursa o yıl kış uzun ve sert geçecek demektir”
“Koç ayında davar sık yatarsa, kış uzun ve sert geçecek, seyrek yatarsa, hafif geçecek demektir”
“3. cemrenin düştüğü gün hava soğuk olursa, kış uzun sürer”Abrıl Beşine Göre: Abrıl beşi (miladi 18 nisan) çıkmadan yaz gelmez. Bundan sonraki günler yaz günü sayılır.
Yaz mevsimi: “Bir kuşum var ötmeyişin (ötmeyince), bir otum var bitmeyişin (bitmeyince) gelmem” dermiş. Buradaki kuş Körbağ kuşu (Baykuş) veya ibibik, ot ise, üzerliktir. Çünkü üzerlik otu geç güverir (yeşerir).ALINTIDIR
-
- Resmi Gönderi
En sevdiğiniz ülke yi biliyorum izlanda bende çok severim keratayı bakın okuyun :D
İzlanda (İzlandaca: Ísland), Atlas Okyanusu'nun kuzeyinde Grönland'ın güneydoğusu ile İskandinavya ve Büyük Britanya'nın kuzeybatısında yer alan bir ada ve Avrupa ülkesi. İzlanda, kuzeyinde Arktik Okyanusu ile çevrilidir.
Atlas Okyanusu'nun kuzeyinde volkanik bir ada üzerinde kurulmuş ve çevresindeki birçok küçük adadan meydana gelmiş bir devlet. En yakın komşusu Grönland olup, 350 km uzaktadır. Diğer komşuları Norveç 1050 km, İskoçya 800 km uzaklıktadır.
Nüfusu 358.780 ve 103.000 km2 (40.000 sq mi) alana sahip ve onu dünyada en seyrek nüfuslu ülkesi yapıyor. Başkent ve en büyük şehir Reykjavík, Reykjavík ve çevresi ülkenin güneybatısında, nüfusun üçte ikisinden fazlasına ev sahipliği yapmaktadır. reykjavik dünyanın en kuzey başkenti olarak kabul edilir.[2]
İzlanda, resmen Avrupa Birliği'nin (AB) bir parçası değildir. Coğrafi olarak da Avrupa'nın bir parçası değildir. Ancak kültürel olarak Avrupalı olduğu söylenebilir. İzlanda, dört AB üyesi olmayan Avrupa ülkesi olan Avrupa Serbest Ticaret Birliği (EFTA) üyesidir ve aynı zamanda Avrupa Ekonomik Alanı 'nın (AÇA) bir parçasıdır. ... İzlanda, İskandinav Pasaport Birliği ve şu anda AB yasaları altında bulunan ve oy kullanmayan bir katılımcı olarak Schengen Bölgesi'nin bir üyesidir.[3]
İzlanda kültürü, ülkenin İskandinav mirası altında inşa edildi. Çoğu İzlandalı, Alman ve Danimarkalı yerleşimcilerin torunlarıdır. Kuzey Cermen dili olan İzlanda dili, Eski Norse özgüdür ve Feroe dili ve Batı Norveç lehçeleri ile yakından ilgilidir. Ülkenin kültürel mirası geleneksel İzlanda mutfağı, İzlanda edebiyatı ve ortaçağ sangalarını içerir. İzlanda, diğer NATO üyelerinden daha küçük bir nüfusa sahip ve silahlı kuvvetleri olmayan tek üye devlettir. İzlanda Sahil Güvenlik görevlisi yetersiz donanıma sahiptir ve savunmadan sorumludur.
861 yılında Norveçliler tarafından keşfedilen adaya ilk kez 9 ve 10. yüzyılda Norveç’ten gelen Vikingler yerleşmişlerdir. Bu toplulukların önderleri birleşerek 930 yılında parlamentonun ilk örneği sayılabilecek Athing’i meydana getirdiler. İç anlaşmazlıklar sonucu bağımsızlığını kaybeden ada 1262 yılında Norveç’in egemenliği altına girdi. 14. yüzyılda Norveç’in Danimarka’ya bağlanmasıyla, Danimarka’nın hâkimiyeti altına girdi. Danimarka önceleri adadan ticari bakımdan faydalanmaktaydı. Daha sonra İzlanda’yı tamamen idaresi altına aldı. 1551 yılında referandum ile Protestanlığı kabul eden İzlandalılar, 1662 yılında Danimarka kralına bağlılık yemini ettiler. 17. yüzyılda adada hastalık, kıtlık ve volkan püskürmeleri ortalığı kasıp kavurdu. 1838’de Reykjavik’te on üyeli bir meclis kuruldu. 1843’te de Althing yeniden teşkil edildi. 1904’te İzlanda’ya diplomasi dışında özerklik tanındı.
19. yüzyılda ortaya çıkan milliyetçilik akımları sonucu 1918 yılında İzlanda, Danimarka’ya bağlı bir devlet hâline geldi. II. Dünya Savaşı sırasında stratejik bir değer kazanan İzlanda’yı korumak gerekçesiyle İngiltere tarafından işgal edildi. Daha sonra 1941’de Amerikalılar burayı devraldı. 1941 yılında Althing, Danimarka ile bağlarını koparma kararı aldı. 1944 yılı Mayıs ayında halk oyuna sunulan yeni anayasa oylandıktan sonra 17 Haziranda cumhuriyet ilan edildi. İzlanda 1949 yılında NATO’ya üye oldu. Ordusu olmayıp da NATO üyesi olan tek ülkedir. 17 Haziran 1944'te, Amerika Birleşik Devletleri, İzlanda'yı ilk tanıyan ülke olmuştur.
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Ronald Reagan ile Sovyetler Birliği Genel Sekreteri Mihail Gorbaçov 11-12 Ekim 1986’da Reykjavik’te, nükleer silahların sınırlandırılması görüşmelerinin başlatıldığı bir zirve toplantısı yaptılar.
KAYNAK:VİKİPEDİ
Burada bulunsun
-
- Resmi Gönderi
Keşmekeşe buyrun
The content cannot be displayed because it is no longer available. The content cannot be displayed because it is no longer available. The content cannot be displayed because it is no longer available. 
3 Eylül 1967 sabahı saat 5’te İsveç sokaklarında bütün trafik durma noktasına geldi. Sonra dikkatli şekilde tüm sürücüler araçlarını yolun diğer tarafına yönlendirdiler. İsveç artık yolun sol tarafında araç kullanılmayacağına karar verdi.
Tüm ülkede bir kaos hakimdi. İsveçliler bu duruma alışamamıştı. Kas hafızaları bu yeni kurala uymakta zorlanıyor, eski alışkanlıkları otomatik olarak ortaya çıkıyordu.
İsveç hükümeti 1950’lerin başında trafiğin sağdan akması konusunu bir öneri olarak ortaya koyduğunda vatandaşlarının çoğu tarafından protesto edildi. 1955’te referandum yapıldığında yüzde 83 seçmen bu fikre karşı oy kullandı. Buna rağmen, hükümet İsveç’i Avrupalı komşularının geri kalanıyla aynı yola koymak için değişikliği ileri sürdü.
Modern dünyada insanların çoğu trafikte yolun sağından gidiyordu. Fakat geçmişte Romalılar, Yunanlar ve Avrupa’nın çoğu yolun sol tarafından giderdi. Çünkü süvariler sol elleriyle atın dizginlerini tutarken, sağ elleri ile de kılıç tutuyor, karşılarına çıkan düşman ile sağ elleri ile mücadele ediyorlardı. Yolun solunu kullanmak yerine sağını kullanmak ise birden fazla atın çektiği vagonların kullanılmaya başlanmasıyla Amerika’da ortaya çıktı. Vagonların sürücü koltuğu yoktu. Sürücü sol arkada bulunan ata oturuyor, sağ elindeki kırbaç ile tüm atları yönetiyordu. Vagon sürücüleri sol taraftaki atta oturdukları için karşılarından bir başka vagon geldiğinde onları sol tarafından geçiriyor, kendileri yolun sağından gidiyordu. Çünkü ancak sol tarafın yanından geçen başka bir vagona çarpmadığından, sürtmediğinden emin olabiliyorlardı. Amerikalılar yolun sağından gitmeye başlarken, İngilizler yolun solundan gitmeye devam etti. Çünkü İngilizlerin vagonları Amerikalıların vagonları kadar büyük değildi ve alıştıkları gibi yolun solundan gitmeye devam ettiler. Britanya İmparatorluğuna bağlı olan ülkeler de yolun solundan gitmeye başladı. Amerika’ya komşu olan ülkeler ise sınır geçişlerini kolaylaştırmak için yolun sağından gitmeyi tercih ettiler.
-
- Resmi Gönderi
Güzel ve gerçek bir hikaye..Takkeci İbrâhim ağa camii ve hikâyesi.
16.yy mimari eserlerinden Topkapı Şehir Parkı dahilinde Arakiyeci (Takkeci) İbrahim Ağa Camii'nin tarihine ışık tutuluyor.
İstanbul'un Topkapı semtinde sur dışında Topkapı Şehir Parkı dahilinde Arakiyeci (Takkeci) İbrahim Ağa Camii olarak bilinen harika bir camii bulunmaktadır.
Kitabesinde belirtildiği üzere bânisi İbrahim Çavuştur ve inşa tarihi 1591-92 yıllarıdır. Takkeci İbrahim Ağa'nın bu camiyi yaptırma hikâyesi de oldukça ilgi çekicidir: İbrahim Ağa engin bir tevazu ve tevekkül içinde takke yaparak geçinen kanaatli bir adamdı. En büyük arzusu ise bir camii yaptırmaktı. Onun bu isteğini bilen arkadaşları bazen ona takılır:
- İbrahim Efendi, daha ekmeğini zor kazanıyorsun camiyi neyle yaptıracaksın derlermiş. Fakat Takkeci İbrahim Efendi hiçbir zaman ümidini yitirmez, devamlı dua edermiş:
- Umulur ki derya tutuşa, dermiş. İçinde beslediği cami yaptırma arzusunu hiçbir zaman kaybetmemiş.
Bir gece rüyasında:
- Bağdat'a git, Köprünün karşısında hurma ağacının altındaki asmada senin üç üzüm tanesi kısmetin vardır, onu al ye! Diyen bir zat görür. Üç üzüm tanesi için aylarca sürecek meşakkatli ve tehlikeli bir yolculuk gözü alınabilir miydi? Bunun için İbrahim Ağa önceleri rüyasına pek ehemmiyet vermez. Fakat ertesi gece ve daha birçok geceler rüyası tekrarlanır.
- Bağdad'a git, üç üzüm tanesi kısmetini al!
Bunun üzerine İbrahim Ağa hazırlanır ve aylardan sonra Bağdat'a varır. Medinet'üs-selam Köprüsü'nün karşısındaki bir aşçı dükkanın peykesine oturur. Gözüne hurma ağacına sarılmış bir asma ilişir. Kalkar olgun bir salkımdan üç tane kopararak ağzına atar. Bu sırada yanına gelen bir ihtiyar:
- Arkadaş, der! Ne düşünüyorsun, Bağdad'a niçin geldin?...
İbrahim Ağa rüyasını anlatır. İhtiyar gevrek bir kahkaha ile:
- Ne saf adammışsın be birader der. Ben üç seneden beri rüya görürüm ve bana İstanbul'da Topkapı dışında Topçularda bir Takkecinin kömürlüğünün altında üç küp altın var. Git, aç, al derler de yine ehemmiyet vermem. Sen üç üzüm tanesi için Bağdat'a gelmişsin, doğrusu pek saf adammışsın, der.
İbrahim Ağa'nın gözünde sevinç şimşekleri çakar. Tarif edilen yer kendi kömürlüğünün ta kendisidir. Hemen ertesi gün yola çıkar ve İstanbul'a gelir. Kömürlüğü kazar, silme dolu üç küp altını bulur ve camiyi yaptırır.
Bu abide Bizansla beraber beşeriyete yeni bir çağ açan Türklerin sembolik bir hatırasıdır.
16.yy. mimari eseri olan bu yer; Cami, mektep, kuyu ve sebilden meydana gelmiştir. Taş levha ve iri dikmelerle inşa edilmiş bir duvarla çevrelenmiş, üç kapılı geniş bir avlu içindedir. Kubbesi ahşaptır. Eteklerini altın yaldızlı salkımlar süslemektedir. 16.yy.'ın en güzel İznik işi örnekleriyle pencerelerin kemer tepelerine kadar bütün duvarlar çiniyle kaplanmıştır. Ayrıca ahşap üstü kalem işleri caminin girişini süslemektedir. Cami birkaç kez hırsızların tecavüzüne uğramış, panolardan yüzlerce kıymetli parça çalınmıştır. Bazı panolar da sökülerek alınmış ve yerlerine baskı tekniğiyle yapılmış yenileri konulmuştur. Bunlardan bazılarının Lizbon'daki Salazar Müzesi'ne hediye edildiği bilinmektedir.
Bir kısım araştırmacılar bu caminin Mimar Sinan'ın eseri olduğunu söylese de kapının üstündeki on iki mısralık kitabeden öğrendiğimize göre cami Mimar Sinan öldükten tam dört sene sonra yapılmıştır. Cami içindeki kitabelere ise göre kızı Ayşe anası Emine Hatun ile oğulları Mustafa ve Halil Çavuş İbrahim Ağa'nın hayratını kuvvetlendirmek için ilave vakıflar yaptırmışlardır. Haziresindeki 1759 tarihli Takyeci(Takkeci) İbrahim Camii, Şeyhi Ali Efendi'nin kabir taşından ve Hadika'daki ifadeden anlaşıldığına göre bir dönem Halvetî Tekkesi olarak da kullanılmıştır. 1830'da esaslı bir onarım görmüştür. 1985'te Vakıflar İdaresi'nin yaptığı çalışmalarda da mahfil tavan ve dikme ve kemerlerinde orijinal altın yaldızlı nakışlar bulunmuştur. Son olarak 2010 yılında İstanbul Büyük Şehir Belediyesi tarafından restorasyon çalışmaları devam etmektedir.
Kaynaklar: Evim Mecmuası, 4 Temmuz 1955 ,İbrahim Hakkı Konyalı - Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, 194-195 - Halil Ethem, Camilerimiz, 79-80
Kaynak : İstanbul Times Haber Ajansı (İTHA) Çağla Pekgüleç
-
- Resmi Gönderi
1792 yılında, robert b. thomas bizim saatli maarif takvimi’ne benzer bir almanak yayınlamaya başladı
bu takvimin özellikle çiftçilere yararlı olacağı inancıyla, takvimin ismini “old farmer’s almanac” (yaşlı çiftçinin takvimi) koydu. thomas’ın takvimi, ekim/hasat zamanı, yemek tarifleri, özlü sözler, fal gibi bilgiler veriyordu… fakat bu takvimi rakiplerinden ayıran ve meşhur eden en önemli özelliği hava durumu tahminleriydi.
thomas, almanak çıkmadan önce yıllarca güneş sistemini, astronomi döngülerini, yıllara göre hava değişikliklerini araştırıp, neredeyse yüzde 80’lik doğruluk payına sahip, hava durumu tahmin formülü yarattı. older farmer’s almanac’ın popülaritesi de bu çok gizli formül sayesinde yıllarca devam etti. çiftçiler bir sene sonra ne ekmesi gerektiğini, hasat zamanını; balıkçılar ne zaman denize çıkmaları gerektiğini; sıradan insanlarda da dışarı çıkarken ceket alıp, almama kararlarını yıllarca bu takvime bakarak karar verdi.
robert b. thomas’ın yarattığı bu muhteşem formülü, kendisi dışında yalnızca birkaç kişi gördü. formül, 1800lü yıllardan bu yana amerika’nın new hampshire eyaletinin dublin şehrinde bir kasada saklanıyor.
Robert B. Thomasrobert b thomas’ın meşhur takvimi, tarihinin en büyük sınavını 1815 yılında verdi!
1815 yılında, 1816 yılına ait takvim içeriği hazırlandı, dizisi yapıldı, basıldı, ve dağıtıldı. yüzbinlerce kişi takvimi ellerine aldığında ilginç bir hava durumu tahmini ile karşılaştılar. takvim onlara 1816 yılının haziran ve temmuz aylarında kar yağacağını söylüyordu!
20 sene boyunca binlerce kişinin en güvenilir hava durumu kaynağı, bir anda (özellikle rakip firmalar için) alay konusu haline geldi. aslında durum gayet basitti. kar yağışı tahmini thomas’ın formülü ile ilgili değildi… bir hata sonucu takvimde yer alıyordu. matbaada oluşan bir hata sonucu ocak ve şubat tahminleri, haziran ve temmuz ayına basılmıştı.
robert b. thomas depodaki bütün takvimleri yaktı, satılmayan takvimleri toplattırdı ama iş işten geçmişti. takvimi yüzbinlerce kişi çoktan satın almıştı. robert b. thomas, neredeyse 1 yıl boyunca, insanların hem onunla, hem de takvimle dalga geçişlerini, haziran ayındaki kar yağışı hakkındaki şakalarını dinlemek zorunda kaldı.
sonra 1816’nın haziran ayı geldi!7 haziran 1816 günü, amerika’nın kuzey doğusunda ve kanada’nın güneyinde kar yağışı başladı! maine, massachusetts, new york ve pennsylvania, temmuz ayını buzlanma ve kar yağışıyla geçirdi. bu yalnızca amerika için değil, dünyanın birçok kesimi için de geçerli olan bir hava durumuydu. buzlanma ve kar yağışı nedeniyle tüm dünyada kıtlık yaşandı ve yaklaşık 200,000 kişi kıtlık ve hava durumuyla ilgili nedenlerden dolayı hayatını kaybetti.
peki robert thomas’ın bu kadar şanslı, yüzbinlerce kişinin bu kadar şansız olmasının nedeni neydi? bazıları bu garip iklimi yıllar önce ölmüş başkan benjamin franklin’e, bazıları cadılara, bazıları ise dünyanın sonunun geldiğine bağladı. fakat gerçek neden, bunlardan çok daha bilimsel bir nedene bağlıydı. günümüz endonezya sınırları içinde bulunan binlerce metre yüksekliğinde bir neden: tambora (yanar)dağı!
10 nisan 1815 günü patlayan tambora yanardağı, son 200 yıllın en büyük yanardağ felaketi olarak adlandırılıyor. patlama öylesine şiddetli gerçekleşmiş ki ortaya çıkan ses, 1,600 km öteden duyulmuş. bu nedenle, bilim adamları ortaya çıkan patlama sesinin, kayıtlı tarih içindeki en yüksek ses olarak adlandırıyor. dağın 3,900 m olan yüksekliği, patlama sonrasında 2,700 m’ye düşmüş. bu patlama sırasında büyük miktarda zehirli gaz ve eriyik madde, gökyüzünde 5–10 kilometre yukarı kadar çıkmış ve zamanla neredeyse tüm dünyayı turuncu bir bulut olarak kaplamış. bu zehirli duman bulutu o kadar büyük bir alanı kaplamış ki, güneşten gelen ışınlar yeryüzüne ulaşamaz olmuş ve dünyada küçük çaplı bir iklim değişikliğine yol açmış. ertesi yıl, yani old farmer’s almanac’ın yanlışlıkla kar yağışı tahmini yaptığı 1816 yılında, tüm dünyada hissedilir derecede sıcaklık düşüşü görülmüş.
ortaya çıkan bu durum nedeniyle, 1816 senesi “yazsız yıl” olarak anılır
-